26 Aralık 2011 Pazartesi

2011 Yılı Geride Kalırken

Bir yılı daha geride bıraktık. Her geçen gün, ay ve yıl bizden de birşeyleri alıp götürüyor. Buna karşı koymak veya engelemek imkansız. Buna kader veya alınyazısı demezsek de, onu hayatımızın bir parçası olmaktan da çıkaramayız.

2011 yılının flaş olayları, şüphesiz Arap Baharı çerçevesinde yaşanan gelişmeler olmuştur. Uzun yıllardan beri totaliter ve oligarşik rejimlerle yönetilen arap ülkeleri 2011 yılında ciddi manada halk ayaklanmalarına sahne oldular. Önce Tunus, sonra da Mısır ve Libya’da rejimler yıkılırken diğer birçok arap ülkelerinde de rejimler sarsıntılı bir süreci yaşadılar ve bu durum devam etmektedir. 2012 yılı arap ülkelerindeki rejimsel statülerin netleşeceği bir yıl olduğunu düşünüyoruz.

Arap dünyasında yaşanan bu çalkantılar sürerken Türkiye ve Küdistan’daki ortam ise pek duru geçmedi. 12 Haziran’da genel seçimler yapıldı ve AKP üçüncü kez iktidar oldu. Bazı çevrelerin bu seçim sonuçlarından rahatsız olmalarına rağmen Türkiye AKP ile yaşamaya “razı“ olmak zorunda kalmıştır. Şüphesiz seçimlerin en galip partisi BDP olmuştur, 22 milletvekili sayısını 35’e çıkardı. Ne varki seçimler yargının aldığı kararların gölgesinde kalmış, Hatip Dicle’nin milletvekilliği düşürülerek çok haksız bir yere AKP’den biri TBMM’ye alınmıştır. Türkiye tarihinde ilk defadır halkın oylarıyla seçilmiş milletvekilleri cezaevinde tutulmaktadır.

Üçüncü kez iktidar olan AKP elde ettiği güçle ilk raundu Kürdistan’da savaşı tırmandırmakla yaptı. 2009’dan beri devam eden KCK operasyonlarına daha bir hız verilmiş, bir taraftan Kürt Siyaseti’nin “tasfiyesi” hedeflenmiş, diğer taraftan da askeri operasyonlara yeni bir dimansiyon kazandırılmıştır. Yılın sonuna geldiğimiz bu günlerde görülen odur ki ne Kürt Siyaseti tasfiye olmuş ne de askeri operasyonlarla hedeflenen noktaya varılmıştır. Bu konuda 2012’nin sıcak geçeceğini söylemek yanlış olmaz.

Kütler açısından 2011 yılının kazanımları kayıplarından daha az olduğunu söylemek yanlış olmaz. Seçimlerde elde edilen sonuç başarı hanesine yazılabilirken, akabinde gelişen süreçte ortaya çıkan tablo ise pek içaçıcı olmamıştır. Meclise giren BDP’nin takip ettiği siyaset sürekli dalgalı olduğu için gerçek misyonunu oynayamamıştır. Mecliste grubu bulunan bir parti olmanın ağırlığı ve ciddiyeti ile dışarıdaki küçük bir mihalefet partisi olmanın hafif yaklaşımları yer yer birbirine karıştırılmıştır. Umarım 2012 yılında BDP ciddi ve kendi ayakları üzerinde durabilen bir siyasi güce sahip olup halkın taleplerine cevap olacaktır.

Kürt Özgürlük Mücadelesinin gerilla boyutu ise 2011 yılında iki ayrı süreci yaşamıştır; seçimler öncesi ve seçimler sonrası. Seçimlerden önceki süreci pasif bir pozisyonla geçirirken, seçimlerden sonraki süreçte ise pek isabetli olmayan, sonucu iyi hesaplanmayan bazı eylemlerden dolayı ciddi sayıda kayıpları vermekle geçirmiştir. Yılın bu son günlerinde de devletin yaptığı operasyonlarda tahamül edilmesi zor kayıplar yaşanmaktadır. Dolayısıyla 2012 yılında yeni bir stratejinin gerilla pratiğinde de hayata geçirilmesi gerekmektedir. Aksi halde hem sonuçlarını tahamül etmek ve hem de sonuçlarının sorumluluğunu kaldırmak zor olacaktır.

Geçen yıl boyunca Türkiye’de Ergenekon operasyonları devam etmiştir, çok sayıda yüksek rütbeli askerler de tutuklandılar. Bunlara ilavetten, kamuoyunda çok konuşulan gazeteci Ahmet Şık ve Nedim Şener de tutuklanıp cezaevine gönderildiler. Tutuklu bulunan sanıkların akıbeti hakında kamuoyuna henüz kesin bir sonuç  açıklanmamış. İlk dönemlerde Ergenekon operasyonlarına karşı gösterilen tepkiler yılın son aylarında yerini kısmen sesizliğe bırakmış gibi görünmektedir. 2012 yılında bu dava ile ilgili de belli bir neticenin kamuoyuna açıklanması beklenmektedir.

Uzun tutuklluk süresi çoğu çevreler tarafından elleştirilse de buna henüz ciddi anlamda bir çözüm bulunmuş değildir. AB Komisyonu ve Avrupa Parlamentosu da yavaş yavaş bu konuyu gündeme getirmeye başlamışlar. Eğer bir çözüm bulunamazsa 2012 yılında uluslararası alanda Türkiye’ye karşı ciddi bir elleştirel yaklaşım geliştirilebilir.

Yılın bu son günlerinde ise, geçen bir yılı gölgede bırakacak bir şekilde, Fransa Meclisi’nin Ermeni Soykırımı ile ilgili kabul ettiği karar tasarısının yarattığı gürültü olmuştur. Bilindiği gibi, Fransa 2001 yılında Ermeni Soykırımını resmen tanıyan ülkeler listesine girdi. 2001 yılında Fransa’nın bu kararı Türkiye tarafından pek tartışma konusu yapılmamıştı. 500 binden fazla Ermeni’nin yaşadığı Fransa’da ciddi bir Ermeni lobisinin de olduğunu biliyoruz. 2001’de Fransa’da resmen tanınan Ermeni Soykırımı 22 Aralık tarihinde Fransa Meclisinin kabul ettiği karar tasarısına ciddi manada zemin hazırlamıştı. Bu zemin üzerinde hareket eden Ermeni Lobisi, sadece Ermeni Soykırımı ile ilgili değil, Fransa’nın tanıdığı tüm soykırımlar hakında inkârcı yaklaşımlara cezai yaptırımın uygulanmasını istedi ve ilgili kararı meclisten geçirebildi. Eğer Fransa Senatosu da bu kararı onaylarsa o zaman bu aynı zamanda AB’nin bir kriteri haline de gelebilir. Dolayısıyla 2012 bu noktada da önem arzetmektedir.

2011 yılının ışığında baktığımızda, 2012 yılında da olaylar ve gelişmeler devam edecektir. Kürt Sorunu konusunda, Bülent Arınç’ın “Kürtlerin varlığı en az bin seneden beri bir gerçektir. O kimliğin bütün kültürel haklarını, Anayasal haklarını vereceğiz, tanıyacağız.” biçimindeki sözlerine rağmen ne gibi sonuçların ortaya çıkacağı, Türkiye ile Fransa arasında yaşanan gerilimin kesin olarak neye yol açacağını, AB-Türkiye ilişkilerinin nasıl bir evreye gireceğini şimdiden tahmin etmek zor.

Herşeye rağmen girilen 2012 yılının hayırlara vesile olması dileğiyle, hoşça kalın.

Ahmet DERE  /  26.12.2011

4 Aralık 2011 Pazar

KCK Operasyonları

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde özel olarak Kürtlere yönelik sayısızca askeri, polisiye  ve siyasi operasyonlar yapılmıştır. Askeri ve polisiye operasyonların sayısı ve tarzı her gün değişirken, 2009 yılından beri Türk yargı literatürüne KCK Davası da girmiştir. Bana göre Cumhuriyet tarihinde en anlamsız ve içi boş bir operasyonlar zinciridir KCK Operasyonları.
Herşeyden önce KCK Operasyonları çerçevesinde tutuklanan 5 bine yakın kişi arasında, belki de KCK’nin ne olduğunu bilmeyip de tutuklandıktan sonra öğrenen (belki de halen öğrenemeyenler de vardır) yüzlerce kişi bulunmaktadır. Tutuklananlar arasında gerçekten KCK adına faaliyet yürüten kişiler varmı, yokmu pek belli değildir. Koma Civakên Kurdistan (KCK) bir çatı örgütlenmesi olup aynı zamanda PKK geleneğinden gelen kurumları bünyesinde toplayan bir sistem olduğu bilinmektedir. Bildiğim kadarıyla Türkiye’de legal faaliyet yürüten hiç bir kurum bu çatı örgütlenmesine dahil değildir. Fakat Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da KCK sistemine bağlı olarak çalışanlar olmuştur ve vardır. Tutuklanan 5 bin kişi arasında bunlardan kimselerin olup olmadığı bilinmemektedir.
2009 yılında yapılan ilk KCK Operasyonundan sonra KCK davası da başlamış oldu. Hazırlanan iddianamede uzun bir liste de verilmektedir. Dünyanın hemen her ülkesinden Kürt Şahsiyetlerinin isimleri yer alıyor bu listede. Listenin giriş bölümünde Avrupa’dan da isimler vardır ve bunlardan biri de benim ismimdir. Bu dava çerçevesinde uç yıla yakındır tutuklu bulunan ve IHD Diyarbakır Şübesi Başkanı Muharrem Erbey’in tutuklanmasına gerekçe olarak gösterilen hususlardan bir tanesi de Muharrem’in Bruksel’de benimle görüşmüş olmasıdır. Sözkonusu iddianamede bana atfen suç unsuru olarak gösterilen faaliyetler, Kürdistan Ulusal Kongresi adına yaptığım diplomatik çalışmalardır. KNK’yi tanıyanlar bilirler ki o bir Ulusal Kurumdur ve Kürdistan’ın her parçasından temsilciler üyesidir. Diyarbakır’da süren KCK davasına bakan savcıların mantığına göre bakılırsa o zaman KNK’ye üye olanların tümü KCK’li sayılmalıdır. Oysa gerçek hiç de öyle değildir.
Gelelim KCK Oparasyonlarının mantığına: Her ne kadar bu operasyonlara KCK kılıfı uyduruluyor olsa da vicdanı olan yargıçlar biliyorlar ki günün birinde verdikleri bu kararlardan dolayı yüzleri kızaracaktır. Tamamen siyasi amaçlı olan bu operasyonlar ve süren yargılamalar elbette AKP hükümetinin bilgisi ve onayı dışında yapılmamaktadır. Ancak AKP’nin de bu noktada kafası karışık olup,  dizgine tam hakim olmadığını düşünüyorum. Zira gelinen aşamada KCK davası artık AKP’nin sırtına ciddi bir yük olarak bindirilecektir. AKP kurmayları şimdiden buna karşı taktik tedbirler geliştirip kamburu polise ve yargıya bindirmeye çalışıyor olsalar da bu AKP’nin sorumluluğunu ortadan kaldıramaz.
KCK davasından tutuklu bulunanların çoğu bırakılmak zorundadır. Davaya bakan savcılar ne kadar da vicdansız olsalar çoğu hakında suç unsuru teşkil edebilecek faaliyetleri uydurmaları mümkün değildir. Yıllardır binlerce kişinin tutuklu olarak cezaevlerinde bulunmalarının bir nedeni de budur.
Ne olacak ? Sürekli « demokratikleşmeden » söz eden AKP yetkilileri iç ve dış kamuoyuna karşı nasıl bir savunma mekanizmasını geliştireceklerini merak ediyorum. Şimdiye kadar uluslararası alanda çok ciddi bir itiraz sesi çıkmadı, fakat bu sesizliğin devam edeceği anlamına gelmez. Takip ettiğim kadarıyla AB kurumlarında, (AP, Komisyon vbg.) KCK davası yavaş yavaş gündeme getirilmektedir. PKK’ye karşı Türkiye’yi destekler vaziyette olan AB Kurumları giderek KCK davası konusunda farklı davranmaya başlıyorlar. Önümüzdeki süreçte AB-Türkiye Müzakere Sürecinde de bu konu gündeme getirilebilir.
Bu operasyonlarla Kürt Siyasetine darbe vurumayı amaçlayan AKP karşısında daha direngen bir Kürt Siyasetini buluyor. Bir çok alanda kendi çıkarlarını koruma noktasında AKP « iyi » bir siyaset yürütürken, (Dersim Katliamı ile ilgili CHP’yi köşeye sıkıştarmaya çalıştığı gibi) KCK Operasyonları ve BDP’yi tasfiye etme noktasındaki çabalarında taşı kendi ayağına vurmaktadır. Dava ne kadar uzun sürerse ve tutuklu olanlar ne kadar uzun süre cezaevinde tutulurlarsa Kürt ve Uluslararası kamuoyunda gelişen tepkiler de o kadar sertleşerek AKP’ye yönelecektir.
Çığırından çıkartılan KCK Davası giderek Kürt Sorununun çözümünü de kendine bağlamaktadır. KCK Davasına bir çözüm bulunmadan ne Kürt Sorunu çözülebilir ne de Türkiye’de doğru bir demokratikleşme süreci gelişir. Başka bir orta yolun bulunması mümkün görünmemektedir.
Ahmet DERE  /  02.12.2011