29 Kasım 2012 Perşembe

2012’nin Sonuna Yaklaşırken

Bir yıllı daha geride bıraktık. Her gününe savaş haberleriyle damga vurulan bir yıl oldu 2012. İkinci dünya savaşından sonra, küremizde en fazla savaş, doğa felaketleri ve ekonomik krizin yaşandığı bir seneyi arkamızda bıraktığımızı söylemek pek yanlış olmaz.

Dün bugünün habercisi, bugün ise yarının habercisidir derler, dolayısıyla 2013 yılının 2012’den pek farklı olacağını tahmin etmiyorum. Eğer gelecek yılda geçen senenin savaş, doğa felaketleri ve ekonomik krizlerin açtığı yaraları kapatmakla meşgul olunursa 2013 yılı açısından iyi bir sonuç olacağı anlamına gelecektir. Bunun da pek zor olacağını şimdiden görüyoruz.

Geride bıraktığımız 12 ayı Arap Dünyası ayakta geçirdi. Eski diktatörlerin yerine gelen yeni yönetimlerin olumlu sayılabilecek icraatlarından pek söz edilmiyor. Mısır’da olduğu gibi, yeni yönetimlere karşı da ayaklanmalar gelişiyor, böyle giderse 2013 yılında halkın tepkisi daha fazla yayılacağa benziyor.

Geçen yıl boyunca Suriye’deki Baas Rejimiyle ilgili « ha bugün düşecek, ha yarın » diye yapılan analizlerin hadi var, hesabı yoktur. Özellikle Merkez Avrupa ülkelerinin basınında bunu çok okuduk. Hakeza Türkiye basınında da, özellikle AKP’ye yakın olan cenahta, benzer yazılar çokça yayınlandı. Ancak Baas Rejimi direnmeye devam ediyor, Rusya ve Çin’in desteği arkasında olduğu müddetçe bu direniş devam edecektir. Fakat 30 yıldan fazladır Suriye’de hüküm süren Baas Rejimi 2013 yılında ciddi bir değişime uğramaya mahkümdür. Beşar Esad’ın akıbeti Muammer Kaddafi veya Husni Mubarek gibi olmayabilir, ancak temsil ettiği rejim, ya tamamen yok olur, ya da ciddi bir şekilde değişecektir. Gerek Suriye’deki halk ayaklanmaları ve muhalefetin yürüttüğü savaş, gerekse de uluslararası alanda uygulanan siyasi, diplomatik ve ekonomik ambargo nedeniyle söz konusu rejimin daha fazla ayakta durma gücü kalmayacaktır.

Suriye’deki durum oradaki Kürtler için önemli fırsatları ortaya çıkarmış olsa da tehlikeler bertaraf edilmiş değildir. Suriye Mühalefetinin güç kazanmasıyla Kürtlere karşı tavrında da olumsuz durum gelişecektir. Bu nedenle PYD’nin hem siyasi, hem diplomatik ve hem de askeri sorumlulukları daha fazla artmıştır. Aynı durum, PYD üzerinde etkisi bilinen PKK için de geçerlidir.

Genelde Arap dünyasında yaşanan savaşların gölgesinde geçen 12 ay boyunca Avrupa Ülkelerinde ciddi bir ekonomik kriz etkisini sürdürdü. Yunanistan’da halkın alım gücü en alt düzeye inmiş, ülke tamamen kaos içindedir. İspanya, İtalya ve Portekiz’de de durum pek farklı değildir.  Merkez Avrupa ülkeleri olan Fransa, Almanya, Holanda ve Belçika’da da ekonomik kriz günlük hayatın üzerinde etkisini alenen gösterdi. Kasım ayında Brüksel’de toplanan Avrupa Birliği Zirvesi herhangi bir çözüm bulamadan dağıldı. Tüm yaşananlara bakıldığında gelecek yılın, AB ülkeleri açısından zor geçeceğini tahmin etmek için kâhin olmaya gerek yok.

2012 yılı Türkiye ve Kürtler açısından da gri geçtiğini söylemek gerekiyor. 1984 yılından bu yana sürdürülen Özgürlük Mücadelesi daha fazla yayılmış, türk devletini ciddi bir biçimde zorlamıştır. Ancak ödenen bunca bedele layık bir sonuç ortaya çıkmamıştır. Gerek devlet güçlerinden olsun gerekse de gerilla gücünden olsun en fazla kayıpların yaşandığı bir yılı geride bıraktık. Özellikle 2012 yılında kabul edilmesi çok zor bir gerilla kaybı yaşanmıştır. Böylesi ağır bir kayıp 2013 yılı üzerine ağır sorumluluklar yüklemektedir. Dolayısıyla bu durum devlet ile diyalog veya farklı bir müzakere seçeneğinin gündeme gelmesini zorlaştırmaktadır.

Geçen yıl boyunca Abdullah Öcalan üzerindeki tecrit devam etti. Mevcut siyasi atmosfere bakıldığında söz konusu tecritin gelecek yılda da devam edeceğini görüyorüz. Bu nedenle cezaevlerinde yapılan açlık grevi ve onlara destek amaçlı yapılan grev, yürüyüş, miting vbg etkinliklerin pek sonuç aldığını söyleyemeyiz. Sonuç itibariyle 2013 yılında ne Abdullah Öcalan ile ilgili ne de genel olarak Kürt Sorununa çözüm konusunda çok ciddi bir gelişme olacağını tahmin etmiyorum.

10 Aralık 1948’de Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi yayınlanarak çağımızın demokrasi gelişiminde önemli bir süreç başlatmıştır, bugünlerde söz konusu sözleşmenin 64’üncü yıldönümünü kutlayacağız. Umuyorum ki İnsan Hakları, Demokrasi ve Uygar Dünya Anlayışı galip gelsin.

Şimdiden hepinizin yeni yılını kutluyorum !

Ahmet DERE  /  30.11.2012

4 Kasım 2012 Pazar

Ölüme Karşı Sesiz Kalmak


Türkiye ve Kürdistan’daki cezaevlerinde onlarca tutuklunun başlattığı yüzlercesinin mevcut durumda devam ettirdiği açlık grevi eylemi 54. gününe girmiş bulunuyor. Dile çok kolay gelebilir, ama 54 gün açlık grevinde bulunmak öyle sanıldığı gibi kolay değildir. Bu eylemin TC cezaevlerinde olması da ayrıca zorlukları vardır.
54 gün boyunca açlık grevinde bulunanların sağlığı ciddi tehlikelerle karşı karşıyadır. Bugün eylemi bıraksalar bile yaşamı boyunca sağlık sorunları eksilmeyeceği bir gerçektir. Dolayısıyla böylesi bir eyleme giren ve devam eden tutuklular bilinçli hareket etmişlerdir. Bu eyleme katılanların başkalarının talimatıyla hareket ettiğini düşünmek insani olmadığı gibi ahlaki de değildir.

Yüzlerce insanın, ki hepsi de bilinçlidir ve çoğunun da eğitim seviyesi yüksektir, bedenini ölüme yatırarak eylem yapması sıradan bir direniş değildir. Talepleri konusunda kamuoyu yeterince bilgilendirilmiş olmasa da ilgili olan çevreler bunun çok iyi bilincindedirler. Türk devleti ve AKP hükümetinin küçümseyici ve onur kırıcı yaklaşımları ne eylemcileri davalarından vazgeçirtebilir ne de onları destekleyen yüz binlerce ve hatta milyonlarca Kürdü ve onların dostlarını susturabilir. Son iki haftadır, gerek Türkiye ve Kürdistan’da olsun gerekse de Avrupa’da olsun, her gün onlarca yerde Açlık Grevcileri Destekleme amaçlı eylemler yapılmaktadır. AKP’nin insani olmayan yaklaşımı devam etmesi durumunda sözkonusu destek amaçlı eylemlerin daha farklı boyutlarda sürdürüleceği, sürdürülmesi gerektiği açıktır.

Türkiye’ye bakıldığında ne yazıkki görünen tablo insanı umutsuzluğa itiyor. Gerçek demokrat ve aydın olanların bu tür süreçlerde sesiz kalmamaları, pratik olarak eylem yapmaları lazım. Sözde demokrat ve aydın geçinen çevrelere bakıldığında ne yazıkki ses çıkaran, pratikte eylem yapanların oranı oldukça zayıftır. İşte bu noktada Kürt-Türk Kardeştir deyiminin sadece yalandan ibaret olduğunu, bunu söyleyenlerin çoğu devlet güdümlü amaçlar uğruna hareket ettiklerini anlıyoruz. İyi dostlar ve iyi kardeşler böylesi zor günlerde tanınır. Yüzlerce Kürt Evladının ölüme doğru yaklaştıkları bu dönem kendine demokratım, aydınım, Kürt-Türk Kardeşliğini savunuyorum diyenler açısından önemli bir sınavdır.

Birileri açlık grevcilerin taleplerini rasyonel görmeyebilir, devlet tarafından kabul edilebilir olmadığını söyleyebilir ancak bu hiçbir 54 gündür açlık grevinde olanlara karşı sesiz kalmanın gerekçesi olamaz. Vicdanı olan hiçbir insan sesiz kalmayı yeğlememeli, Devlet-AKP zihniyetine çanak tutmamalıdır.

Yapılmakta olan açlık grevinin siyasi bir eylem olduğu bir gerçeklik olmakla birlikte ona karşı sesiz kalmamak, ölümü engelemek için çaba sarfetmek aynı taleplerin arkasında olma anlamına gelmez. İşte bu noktada bazı çevreler, özellikle AKP’ye yakın olanlar ile PKK-BDP’nin ezeli düşmanları, kamuoyunu ciddi bir biçimde manipüle etmektedirler. Recep Tayip Erdoğan zihniyeti bu son derece pasif ve aynı zamanda da meşru olan eylemi bombalı eylemlerle aynı kefeye koymaktadır, açlık grevcileri destekleyenleri veya eyleme son verilmesi için çaba sarfedenleri de bombalı eylem yapanların destekleyicileri olarak görmektedir. Bu zihniyetin Türkiye’yi demokratikleştirebileceğini ve de Kürt Sorununu çözebileceğini düşünenler ciddi bir yanılgı içindedirler.

Avrupa’nın İkiyüzlülüğü

Kendini demokrasinin beşiği ve koruyucuları olarak gören Avrupa Birliği ve ona üye olan ülkelerin bu açlık grevine karşı kayıtsız kalmaları ciddi bir ikiyüzlülüktür. Şimdiye kadar hiç bir ülkeden kayda değer bir yaklaşım görülmemiştir. Aynı şey Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi için de söylenebilir. Gerek Brüksel’de gerekse de Strasbourg’da Kürtlerin yaptıkları oturma eylemleri, açlık grevleri, miting ve yürüyüşlere rağmen Türkiye’yi ciddi bir şekilde uyaran ufak bir açıklama henüz yapılmış değildir. Dolayısıyla yapılan sözkonusu eylemler göstermelik olmaktan öteye bir etkisi olmuyor. Avrupa’nın bu kayıtsızlığı AKP zihniyetini desteklemekte, ona cesaret vermektedir.

Yazılarımda sık sık vurguladığım hususu burada bir kez daha tekrarlamak istiyorum ; Gerek genel itibariyle Kürt Sorununun tartışılması için gerekse de açlık grevi için BDP’nin diplomasi alanına biraz daha önem vermesi lazım. 30’dan fazla milletvekili, yüzden fazla belediyesi olan bir parti isterse ve ona göre önüne sağlıklı ve isabetli hedefler  koyarsa, AB kurumları nezdinde önemli işleri başarabilir dolayısıyla Türkiye’yi zorlayabilir. BDP milletvekillerinin Türkiye veya Kürdistan’da açlık grevine girmelerine, yürüyüş ve mitinglerle uğraşacaklarına esas görevleri olan siyasi ve diplomasiyi yapsalar daha hayırlı bir iş yapmış olurlar diye düşünüyorum.

Ahmet DERE / 04.11.2012