30 Ocak 2014 Perşembe

Paris Kavşağında Biz Kürtler

Paris Avrupa’nın başkenti konumunda bir dev şehirdir. Her milletten insanların yaşadığı, zengin ve fakir ayırımının bariz bir şekilde görüldüğü bir kenttir Paris. İkinci dünya savaşında Hitler Faşizmine karşı en kahramanca direnen bu kent aynı zamanda Yılmaz Güney ve Ahmet Kaya gibi değerli Kürt Sanatçılarının da sığındıkları bir şehirdir. Kürdistan Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin Avrupa’daki Kürtler arasında en erken destek buldugu bölge de yine Paris olmuştur.

1920 yılında Sevr Antlaşmasının yapıldığı, bugün on binlerce Kürdün yaşadığı, zaman zaman Avrupa’daki Kürtlerin sesini dünya’ya duyurmasına sahne olan Paris bir yıl önce vahşice gerçekleştirilen bir katliama ev sahipliği yaptı. Üç Kürt Devrimci Kadın, Sakine, Fidan ve Leyla Lafayette sokağında bulunan Kürdistan Informasiyon Bürosu’nda şehitler kervanına katıldılar. Yani geçen günlerde bir yılı dolmasına rağmen halen gerçek sorumlularının tespit edilmediği katliam.

Paris Katliamı üzerinde bir yıl geçti, henüz iddianame yazılmamış ve mahkeme yapılmamış olsa da Paris Katliamı ile ilgili çok şey konuşulmaktadır. Bir yıldır tutuklu bulunan Ömer Güney bu katliamın tek zanlısı olarak görülmektedir. (Ortaya çıkan bulgulara bakılırsa bu cani gerçek katildir) Bu arada Ömer Güney ile ilgili birçok şey ortaya atıldı, daha birkaç gün önce de yeni bir ses kaydı yayınlandı. Gerek Kürt basınında olsun gerekse de Türk ve Fransız basınında olsun bu katliam ile ilgili değişik senaryolar yazılıp tartışıldı. Halen de bu durum devam ediyor.

Burada benim özellikle üzerinde durmakta yarar gördüğüm husus; Kürtlerin bu katliama ilişkin yaklaşımlarıdır.

Hepimizin takip ettiği gibi, geçen yıldan beri Paris Katliamı Uluslararası bir Komplo olarak görülmekte ve o çerçevede de analizler yapılmaktadır. Kürtlerin bazıları bu katliamda özellikle Fransa devletinin de parmağı vardır biçiminde değerlendirmeler yaptılar ve halen de yapmaktadırlar. Kimi bu katliamın baş aktörü olarak Fettullah Gülen Cemaatini gördü, kimi ise bir bütün olarak Türk Devletini. Ses kayıtlarının yayınlandığı bugünlerde ise daha çok AKP baş aktör olarak görülmektedir.

Biz Kürtlerin en zayıf noktası ; bir konu üzerinde iyi düşünmeden, olayın sıcak atmosferinin etkisiyle kendimize göre yargılamayı geliştirmektir. Halk olarak bu zayıf noktamızın acısını hep yaşadik, halen de yaşamaktayız. Dolayısıyla Paris katliamı ile ilgili de bir türlü tutarlı analizler yapılamıyor. Sanki bir el bu vahşice işlenen katliamı bir an önce sadece Ömer Güney’e ve adresi net olmayan « Uluslararası Güçler »’e maletmesini istiyor gibime geliyor. Halbuki ince elenip sık dokunsa sadece yaşanan bu vahşetin sorumluları tespit edilmeyecek, aynı zamanda gelecekte de halkımıza karşı yapılmak istenen kirli oyunların engelenmesi sağlanacaktır.

Herşeyden önce yayınlanan ses kaydının ne kadar gerçek ne kadar düzmece olduğu çok muğlak.

MIT elemanlarının böylesi bir katliamı konuşurken etrafta ses kayıt cihazının olup olmadığını düşünmemiş olmaları, gereken önlemi almamış olmaları yabana atılacak şey değildir. Diğer bir husus da ; İmralı’da başlatılan müzakerelerde MIT’in başlıca rol oynadığını hepimiz biliyoruz. Başlıca rolü üstlenen bir sürecin boşa çıkarılması MIT’in neyine yarar acaba ? Ayrıca, eğer MIT bu süreci boşa çıkarmak istese kendisi açısından daha kolay ve risksiz bir yol yok mu ? Ben Paris Katliamının arkasında ‘MIT yoktur’ demiyorum, sadece ‘MIT vardır’ demeden önce bunların düşünülmesi gerektiğini belirtmek istiyorum. Hedef şaşırtmak fiziki ve psikolojik savaşın önemli bir taktığıdır, acaba bu kasetin yayınlanması, veya düzenlenip yayınlanması da bir hedef şaşırtma olmasın mı ?

Daha önceki yazılarımda ifade ettiğim gibi, Paris Katliamı ile ilgili en önemli husus ; Paris’te bulunan ve bir yıl boyunca Ömer Güney’in hemen hergün gidip geldiği, faaliyetlerine katıldığı Kürt Kurumlarının yönetimlerinde yer alanların durumunun gözden geçirilerek elde edilecek olan neticedir. Benim tanıdığım Kürt Kurumları, hiç bir kazancı olmayıp da lüks içinde yaşayan, bir yılda defalarca Türkiye’ye gidip gelen bir serserinin durumundan şüphe eder, ona kirli planlarını hayata geçirmesine fırsat vermezler. Ömer Güney gibi bir caninin aylarca bir katliam planını rahat rahat yapacak birine fırsat tanıyan bir kurum yöneticiliği anlayışı daha tehlikeli komplolara da yol verebilir. Ne var ki bu nokta ciddi bir özelleştiriyi ve kurumların tüm üyelerinin durumunu gözden geçirmesini gerektirir. Bana göre şehitlere layık olmanın da yolu, şimdiye kadar vermiş olduğumuz mücadelenin yarattığı değerleri korumanın ve gelecekte benzer katliamlarla karşı karşıya kalmamanın yolu buradan geçer. Bu katliamın arkasında MIT’in, It’in veya Cemaatin olup olmaması pek birşeyi değiştirmez, esas birşeyleri değiştirecek olan husus ; bu gafleti yaşamamıza sebep teşkil eden anlayışların bertaraf edilmesidir.

Ahmet DERE  15.01.2014