15 Aralık 2014 Pazartesi

Kürt Diplomasisinde Temel Handikap



Kürtlerin tarihinde diplomasi en az önem verilen bir çalışmadır. Fiziki olarak çok çalışan, başkaları için savaşan, yeri geldiğinde destanlara konu olan direnişlere de imza atan bir halk olmamıza rağmen mesele diplomasiye, yani kendi çıkarlarını masada korumaya geldiğinde, ne yazık ki pek başarılı bir geçmişe sahip değiliz. Kürdistan’ın bölünmesine önayak olan da bizim bu konudaki handikapımız olmuştur. Son olarak 1923 yılında, Lozan’da Kürdistan’ın 4 parçaya bölünmesinde diplomasi alanındaki handikapımızın temel bir negatif rol oynadığını bilmek durumundayız.

Diplomasideki bu handikapımızın neden kaynaklandığını irdelediğimizde şüphesiz en başlıca hususun « Kürtlerin Birlik Konusundaki Eksikliği » olduğu açıktır. Eğer 1923’te Kürtlerin asgari düzeyde bir birliteliği olmuş olsaydı bildiğimiz biçimiyle Lozan Antlaşması gerçekleşmeyebilirdi. Kürtlerin bu zaafı hem Türkiye ve İran tarafından, hem de diğer emperiyalist güçler tarafından kulanılmıştır. Birlik olamamanın zayıflığı halkımıza 91 yıldır büyük acıları yaşatmıştır. Nüfus sayısı birkaç yüz bin ile ifade edilen halklar Birleşmis Milletler’de temsil edilirken Kürtlerin ismi bile kabul görmemiştir.

İkinci dünya savaşından sonra, başta Güney Kürdistan’da olmak üzere, giderek gelişen Kürt Özgürlük Mücadelesi ile birlikte uluslararası alanda da yavaş yavaş bir dışilişki ve informasyon çalışması yürütülmüştür. Özellikle 1980’lerden sonra, gerek KDP ve YNK, gerekse de PKK’nin geliştirdiği mücadele sonucu yurtdışında yürütülen dışilişki çalışmaları neticesinde yavaş yavaş Kürt ve Kürdistan gerçekliği  tanıtılmaya başlanmıştır. Sömürgeci devletlerin karşı faaliyetlerine rağmen sözkonusu çalışmalar belli bir etki yaratmış, başta Avrupa’da olmak üzere, dünyanın birçok alanında « Kürt Halkı ile Dayanışma » esprisiyle bir çevre yaratmıştır. Bugün baktığımızda bu noktada hatırı sayılır bir dost potansiyeli ortaya çıkmıştır.

Önemli bir örgütsel ve kitlesel çaba sonucu yürütülen bu çalışmalar ne yazık ki « Kürt Diplomasisi » manasında bir olguyu henüz yaratamamıştır. Sözkonusu çalışmalar daha çok ayrı ayrı örgütler ve dernekler adına yapıldığı nedeniyle çoğu zaman birbirini boşa çıkarmıştır. Hatta dönem dönem değişik Kürt Örgütleri düşmana karşı yürüttüğü dışilişki faaliyetlerinden fazlasını başka Kürt Örgütlerine karşı yürütmüştür. Hal böyle olunca Kürtlerin Dostları olarak bilinen yabancıların da kafası karışmış, yeterince destek sunmaları engelenmiştir. Hatta dürüst olan bazı dostların geri çekilip uzaklaşmalarına bile sebebiyet teşkil edilmiştir. Aynı durum ne yazık ki halen de belli bazı bölgelerde yaşanmaktadır.

Güney Kürdistan Yönetiminin yavaş yavaş « Bağımsız Kürdistan » tartışmalarını gündeme getiriyor olması önemlidir. Bu tartışmanın giderek uluslararası alanda da etki yaratığını da biliyoruz. Böylesi bir süreçte tüm Kürt Örgüt ve Derneklerinin dışilişki ve diplomasi çalışmalarında ortak bir üslubu esas almaları kaçınılmaz derecede önem arzetmektedir. Her örgüt veya kurumun kendi başına ve kendi dar çıkarları için  yapacağı bir dışilişki faaliyeti herhangi bir doğru sonucu yaratamadığı gibi, oldukça  olumsuz etkilere de yol açmaktadır.

Bugün Avrupa’da bulunan birçok Kürt Kurumlarının ‘Diplomasi Faaliyetleri’ konusunda geniş çabaları vardır. Bu kurumların birçok elemanları tüm zamanını sözkonusu faaliyetlere adadıklarını biliyoruz. Ancak gösterilen bu çabalar istenen sonucu yaratamamaktadır. Neden ? İşte bu noktada yine birlik olamamamız  önümüze ciddi bir engel olarak çıkmaktadır. Birlik olamadığımızdan ötürü verilen çabalar istenen sonucu da yaratamamaktadır.

Daha önce Kürt Diplomasi faaliyetlerinde aktif olarak çalışan biri olarak günümüze baktığımda neden uluslararası alanda hatırı sayılır bir statüye henüz sahip olamadığımızı daha iyi anlıyorum ; Birlik olamama eksikliği.

Bugün ortaya çıkan genel siyasal konjonktürde, eğer Kürtlerin ortak bir diplomasi dili ve çalışma programı olursa, iyi sonuçların ortaya çıkarılmaması için hiç bir neden bulunmamaktadır. Avrupa Birliği Kurumlarına yönelik tüm Kürt Örgütlerinin içinde yer aldığı bir kurumun aktif olarak çalışması ve tüm Kürtleri ilgilendiren taleplerle muhataplarıyla ilişki geliştirmesi önem arzetmektedir. Böyle bir kurum hem örgütlerüstü olmalı, hem de tüm örgütlerin çıkarlarını savunması gerekir. Tüm  örgütlere eşit mesafede olacak olan böylesi bir diplomasi kurumu Kürdistan’ın her parçası için ayrı ayrı talepleri de öne çıkarabilir. Koşullar tüm Kürtleri için Bağımsızlığı talep etmeye müsait değil ise o zaman farklı farklı taleplerle muhataplarına gidilebilir.

Kürdistan Ulusal Kongresi adına 11 yıldan beri her sene AP’de bir Konferans düzenleniyor. Ne varki bu Konferanslar verilen çabalara ve harcanan paralara göre bir sonucu yaratamıyor. İlk yıllarda kısmen bir gündem yaratan ve belli bir etkiye neden olan sözkonusu bu Konferanslar son yıllarda oldukça rutinleşmiş, adeta pek kimsenin ilgi duymadığı birer çalışma haline gelmiştir. Oysa yukarıda bahsettigim Ulusal Kürt Diplomasi Kurumu adına benzer çalışmalar düzenlenir ve tüm Kürt Örgütlerinden temsilcilerin katılımının sağlandığı birer çalışma haline getirilirse o zaman daha fazla etki yaratacağı kesindir. Aynı çalışmalarla dünyaya da Kürtler arasında iyi bir Birlikteliğin geliştigi mesajı verilmiş olacaktır.

Bana göre tüm koşullar böylesi bir kurumun geliştirilmesine müsaittir. Kürtler arasında çatışmaların asgari düzeye indiği, Kobanê’de ortak bir ruh ile mücadele verildiği bir dönemde sözkonusu bu adımın atılması için zemin oldukça uygundur. Ulusal Kongre için oluşturulmuş olan hazırlık komitesi şimdiden böylesi bir kurumun temelini atabilir. Diplomasi alanında tecrübesi olan Kürtleri biraraya getirerek, herşeyden önce Brüksel’de  AB Kürt Temsilciliği adına bir büro açabilir. Bu kurum hem Brüksel ve hem de Strasbourg’da aktif olup Washington ve Moskova ayaklarını da örgütleyerek bir diplomasi atağına geçebilir. Halkımızın verdiği mücadele böylesi bir süreci ve gelişmeyi fazlasıyla haketmiştir.

Bunları yazarken, « Ben söyledim, başkaları da yapsın » gibi bir anlayışa sahip değilim. Eğer bu noktada adım atılırsa ve üzerime düşen bir vazife ortaya çıkarsa onun da gereğini yerine getirebilecek durumda olduğumu belirtip, halkımın bilmesini isterim.

Ahmet Dere  /  15.12.2014