30 Mart 2015 Pazartesi

Geri Dönüşü Olmayan Yol



Kürt Özgürlük Hareketi yeni ve geri dönüşü olmayan bir yola girmiştir. Özellikle Kuzey Kürdistan açısından silahlı mücadele dönemi noktalanma aşamasına gelmiştir. Aslında bu süreç 1999’da başlamıştı, fakat TC’nin negatif yaklaşımı bugüne kadar silahların bırakılmasını engeledi. Bu durumdan vazife çıkaran birçok çevrenin olduğunu, bunların halen de silahların bırakılmasında kendi çıkarlarını görmeyip, dolayısıyla onu engelemek için ciddi bir uğraş içinde olduklarını biliyoruz.

21 Mart günü, yani Newroz Bayramında Abdullah Öcalan’ın yaptığı açıklama tarihi öneme sahip olduğunu bir kez daha belirtmekte fayda vardır. Dolmabahçe’de yapılan 10 maddelik açıklamadan sonra Newroz’da verilen mesajın bir çok konuda değişimin şart olduğunu göstermiştir.  ‘Öcalan’a karşı Kandil’in ve HDP içinde bazılarının direnişi vardır’ biçimindeki idialarda kısmen gerçek pay olsa da bu verilen mesajın, er veya geç, hayat bulmasına mani olamayacaktır. Gerek Kandil ve gerekse de HDP içinde ve çevresinde silahların bırakılmasına karşı isteksiz olup ve hatta direnç gösterenler olsa da bunun ne örgüt ne de Kürt Halkı içinde pek taraftar bulabileceğine ihtimal veremeyiz. Abdullah Öcalan’ın netleştirdiği bir çizgiye karşı PKK’nin karşı çıktığını, gereklerini hayata geçirmediğini şimdiye kadar görmedik, bu sefer de görmeyeceğiz. PKK’nin gelişiminde bu yaklaşımın önemli bir rol oynadığını, hareketi kısmen de olsa tanıyanlar bilirler. Kaldı ki Kandil’in bu konuda verdiği mesajlar da ortadadır, Newroz’dan önce verdiği beyanatlarda Öcalan’ın mesajına bağlı kalacağını beyan etmiştir. PKK’nin duruşu bu olurken HDP’nin karşı bir duruş sergilemesi beklenemez.

Girilen süreç AKP’nin seçim taktiğine takılıp yavaşlansa da, geri dönüşü pek ihtimal dahilinde olmayan bir noktaya gelmiştir. Ne TC Devleti bu konuda çok negatif bir yaklaşım gösterebilecek ne de PKK ve bu sürecin mimarlarından olan Abdullah Öcalan. Bir kere ok yaydan çıkmış, bundan sonra geri dönüş pek de mümkün görünmüyor.

Gelelim silahların bırakılması konusundaki elleştirilere,

Her şeyden önce önümüzdeki süreçte, özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra, ‘Silahların bırakılması Kürt Halkının çıkarına mı, yoksa zararına mı olacak ?’ noktasındaki tartışmalar Kürtler tarafından yapılacaktır. Her zaman olduğu gibi, bir sürece karşı da onu savunanlar da olacaktır, fakat bunun süreci etkileyeceğini düşünmüyorum. Zira mesele silah bırakma meselesidir, bu da PKK’nin elinde olduğuna göre inisiyatif tamamen onun, özellikle de kurucusu sayın Öcalan’ındır.

Özgürlük Hareketinde emeği geçen biri olarak İmralı’dan başlatılan bu sürecin negatif olduğunu düşünmüyorum. Kürt Halkının Özgürlük Mücadelesinde silahlar önemli bir rol oynamıştır. Ancak bu yolun sonuna kadar elinde silahla yürünemeyeceğini de bilmek gerekiyor. Çözümden yana olan herkesin bilmesi gerekiyor ki, bu yolun belli bir aşamasından sonra diyaloğun devreye girmesi, müzakerenin yürütülmesi kaçınılmazdır. Ancak çözümden yana olmayanlar silahların bırakılmasını istemezler. Ne var ki bu negatif yaklaşıma sahip olanlar hem Kürtler arasında ve hem de Devlet içinde varlar, sayıları da azımsanacak gibi değildir.

Silahların bırakılması her gündeme geldiğinde, ne gariptir ki hiç bir zaman Halkının Özgürlüğü için eline silah alma cesaretini göstermemiş olanların karşı çıkışı daha fazla görülmektedir. Geçmişte bu mücadeleye aktif olarak katılmış, gerektiğinde eline silahı da almış ancak bugün daha farklı bir alanda bulunanların karşı çıkışına anlam verilebilir, hatta bu arkadaşların elleştirilerinin, endişelerinin bir bölümüne katılmak da mümkündür. Fakat silaha yaklaşma cesaretini bile gösteremeyenlerin bugün silahların bırakılmasına karşı çıkmalarına anlam verilemez.

Silahların bırakılıp demokratik bir zeminde Özgürlük Mücadelesinin sürdürülmesi esas talep ve arzu olmalıdır diye düşünüyorum. Bu bir talep ve arzudur, ancak mevcut Türkiye’de bunun zemini varmıdır ? işte bu noktada ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Bana göre Kandil’in negatif olarak görülen yaklaşımının temelinde bu durum rol oynamaktadır. Son dönemde Erdoğan’ın öne çıkan olumsuz ve tek adam rolunu oynama duruşu bu şekilde düşünmemize haklılık payı veriyor.

Gidişatın muğlaklığı 7 Haziran seçimleriyle netlilik kazanabilir diye düşünüyorum. Tabii ki eğer HDP barajı aşıp güçlü bir gurup ile TBMM’ye girebilirse bu mümkün olacaktır. Aksi takdirde AKP’nin çok güçlü olduğu dördüncü iktidar döneminde Türkiye’yi aydınlık bir geleceğe doğru götüreceğini, bu çerçevede Kürt Sorununa da demokratik bir çözüm getireceğini düşünemem. AKP’nin inisiyatifine bırakılırsa Türkiye’de Kürt Sorunu diye bir şey yoktur.

7 Haziran Seçimleri ve HDP

HDP 7 Haziran’da parti olarak seçimlere girmeye karar vermiştir. Bu noktadan sonra geri dönüş yoktur. HDP’ye yoğun bir aday adaylık başvurularının yapıldığını, bunlar arasında nitelikli olanların pek olduğunu biliyoruz. İyi ve doğru bir çalışma ve yaklaşım sonucu başvurusu kabul görmüş aday adayları arasında nitelikli bir adaylar ordusu çıkarılabilir.  Antidemokratik olan %10 seçim barajının aşılması sorunu ancak yapılacak doğru bir aday tespiti ve çok yoğun bir seçim çalışmasıyla mümkündür. Ne var ki aday adaylık başvurularının yapıldığı süreçte kariyerist ve kompleksli bazı kişiler yine ortaya çıkmış, sosyal medya aracılığıyla ortalığı bulandırmaya çalışmışlardır. Bunlardan bazıları aday olarak kabul görmeyeceklerini anlayınca henüz seçim süreci başlamadan HDP aleyhine çalışmaya başlarken, bazıları da aday adaylık başvurusunun  kabul görmemesi nedeniyle adeta reklamını yaparcasına « adaylık başvurumu geri çekiyorum » diyerek kendine pay çıkarmaya çalışmışlardır. Olan ve olabilcek tüm negatif yaklaşımları dikkate alarak bu sürecin üstesinden gelmede en temel rol HDP MYK ve Meclisi üzerine düşüyor.

Yazıma nokta koymadan önce şunu da eklemeden geçemeyeceğim ; HDP’de iki dönem kriterinin olmasını olumlu görmekle birlikte, bir de TBMM’de yer alıp da bir dönem boyunca varlığı pek görülmeyen milletvekillerinin durumunu da gözden geçirilmesi lazım. Bir kez milletvekili olan birinin ilahi ikinci kez de aday olarak gösterilmesi gibi bir yaklaşım olmamalıdır diye düşünüyorum.

Ahmet DERE  /  29.03.2015