28 Ekim 2017 Cumartesi

Güney Kürdistan’da Hezimet….


25 Eylül’de Güney Kürdistan’da yapılan Bağımsızlık Referandumu hem Kürtleri, hemde dostlarını sevindirmişti. Kürtler (bir parçada da olsa) ilk defa kendi kaderini tayin etme noktasında seçimli bir adım atmıştı, yüzde 93 civarında bir « Evet » ile Güney Kürdistan Yönetimine ‘Bağımsızlığı ilan etme’ yetkisini vermişti. Bu durum tüm Kürtlerde umut yarattığı gibi düşmanlarını da büyük bir korku ve panik içine sürüklemişti.

Şimdi anlaşılıyor ki Güney Kürdistan Yönetimi attığı bu adımın sonuçlarını ve de gerekliliğini iyi hesap etmemiştir. Sözkonusu Kürtler olunca sömürgeci güçlerin tüm sorunlarını bir tarafa bırakıp birlikte hareket ettikleri gerçegi, ne yazık ki Güney Kürdistan Yönetimi tarafından anlaşılmamıştı. Bu ciddi bir zaaf. Bir asırdır özgürlük mücadelesi veren güneyli güçlerin böyle bir zaafı yaşamaları hiçbir gerekçe ile izah edilemez.

Referandum’dan sonra, Başta İrak Merkezi Hükümeti olmak üzere, İran ve Türkiye’nin tehditleri gelişti. Sınırlar kapatılarak ambargo uygulandı. Türkiye Güney Kürdistan sınırında askeri tatbikat yaparak sözkonusu Kürdistan parçasını da işgal edeceği sinyalini verdi. Irak Merkezi Hükümeti hem tehditler savurdu, hemde şartlı olarak diyalog çağrılarını yaptı. İran ise İrak’ta kendine bağlı olan siyasi ve askeri gücünü kulanarak her an saldırabileceğinin sinyalini verdi. Tüm bunlara rağmen Güney Kürdistan Yönetimi Hewler’de ‘rahat’mış, olabilecek saldırılara karşı kendini savunabilecekmiş gibi bir hava yarattı. Dışarıdan bakıldığında sözkonusu yönetimin her tehdite karşı gerekli önlemi aldığı gibi bir görüntü yaratılmıştı. Hatta bir saldırı durumunda herkesin savaşabileceği, ölümüne mücadele edeceği biçiminde açıklamalar yapılıyordu. Doğal olarak çoğu Kürtler tarafından bu durum ‘umut’ verici gibi görülüyordu.

Tüm bunlara rağmen 15 Ekim’de başlayan Haşdi Şabi ve İrak ordusunun saldırısı ciddi bir engel ile karşılaşmadan Kerkük’e ve çevresindeki kasabalara girdi. Bir asırdır özgürlük mücadelesi yürüten ve son 27 yıldır da düzenli ordu sistemine girmeye çalışan Peşmerge gücünün böyle bir ‘hezimeti’ yaşaması doğal olarak çoğu Kürtlerde tepki yaratmıştır. Güney’li güçlerin kendi aralarında ne gibi sorunları yaşadıkları, Kerkük ile ilgili ne gibi çıkar hesapları yaptıklarını bilemiyoruz ancak objektif olarak yaşanan bir hezimettir, güvenkırıcıdır ve de bu durumun negatif izleri uzun bir süre silinemez. Dolayısıyla 15 Ekim’den bu yana Güney Kürdistan Yönetimine karşı Kürtler’de gelişen tepkiye anlam verilmelidir. Bu nedenle de Barzan’inin çağrılarına rağmen Avrupa’da yaşayan Kürtler, nazarı itibare alınacak düzeyde sokaklara çıkmadılar, Kerkük işgaline karşı Güney Kürdistan Yönetimine destek verici bir eylemde bulunmadılar (Küçük çaplı bazı protestolar dışında). Sözkonusu bu sesizlik ve de eylemsizlik Kerkük’ün İrak ve İran tarafından işgalini onaylama anlamına gelmiyor, bu daha ziyade Barzani-Talabani ve genel olarak Güney Kürdistan Yönetimine karşı bir protestodur.

Kerkük ile alakalı olarak çok şey konuşuluyor, yazılıp çiziliyor. Kimine göre Barzani Kerkük’ü satmıştır, kimine gore de Talabani ailesi İran ile anlaşmıştır. YNK’nin yaptığı son açıklamalara bakıldığında YNK ile Talabani ailesi arasında ciddi çelişkilerin olduğu anlaşılmakla birlikte, Kerkük ile ilgili KDP’yi suçlayıcı bir uslüp kulanılmaktadır. Dolayısıyla Güneyli güçler arasında ne gibi anlaşmasızlıkların yaşandığını bir tarafa bırakarak bizi ilgilendiren nokta neden savaşılmadığıdır. Bunca yıldır verilen mücadele, on binlerce şehide rağmen neden bu hezimet ?. Hiç bir yurtsever Kürt bu durumu kabulenmez, kabulenmemelidir.

Ne olacak bundan sonra ?

Yapılan açıklamalara bakıldığında, Güney Kürdistan Yönetimi Bağdat ile diyaloga hazır olduğunu, 25 Eylül’de yapılan Referandum’u askıya aldığını belirtmesine rağmen İrak hükümeti savaşta ısrarlı olduğunu gösteriyor. Zafer sarhoşluğuna girmiş bir hali sözkonusudur. Son haberlere göre bazı yerlerde İrak ordusu ile peşmergeler arasında çatışmalar yaşanıyor. Öyle görülüyor ki İrak, İran ve Türkiye kendi aralarında anlaşarak Kürtlerin Güney’de elde ettikleri hakları gasp edecekler. Gidişat bunu gösterirken ABD’den ciddi bir ses çıkmıyor. Kerkük’e İrak Merkezi Hükümetinden daha çok İran’ın girmiş olduğunu biliyoruz. Buna rağmen ABD’den kayda değer bir açıklamanın yapılmaması manidardır.

Kerkük ile ilgili KDP ve YNK’nin gizli planları ne olursa olsun yaşanan objektif durum yıllardır elde edilmiş olan kazanımların bertaraf edilmesine yol açmıştır. Ne KDP nede YNK artık Kürtler tarafından eski değeri görmeleri mümkün olamaz.

Güney Kürdistan’da yeni bir hava esiyor. Zorlu bir süreçtir bu. Yapılan hattalardan da ders çıkarılarak Güney Kürdistan’da yeni bir siyasi zihniyetin ve şehitlerin anısına bağlılığın gerekliliği olarak da mücadeleci bir ruhun geliştirilmesine ihtiyaç vardır.

Bir not olarak şunu da belirteyim ; Kerkük işgalinden sonra Güney Kürdistan Yönetiminin girmiş olduğu zor duruma sevinen bazı kürt çevreler vardır. Özellikle sosyal medya üzerinden sevinçlerini haykıranlar da sözkonusudur. Guya sözkonusu çevreler KDP ve YNK’nin feodal, aşiretçi yapılarından rahatsız olup, yaşanan bu durumun onlara bir darbe olduğunu ileri sürüyorlar. Bu yaklaşım yanlıştır, zira KDP ve YNK’nin yaptıkları hatta sadece onlara zarar vermiyor, tüm Kürtlere zarar veriyor. Eğer Kürtlere bir zarar veriliyorsa, kaynağı nereden gelirse gelsin zarardır, savunulamaz, savunulmamalıdır.     

Ahmet Gülabi DERE  /  28.10.2017