16 Ağustos 2010 Pazartesi

Ayrılma Hakı ve Kürtler

Bir süreden beridir Kürtlerin Türkiye’den ayrılıp ayrılamayacakları veya ayrılmak isteyip istemeyecekleri konusunda yazılar yazılmakta, tartışmalar yürütülmektedir. Tartışılarak, kafalardaki soru işaretlerine cevap bulmak, çağdas bir metod ve yaklaşımdır. Ancak, bu tatışmalara katılan kürt ve türklerden bazı kesimler, bilinçli olarak « Kürtlerin, Türkiye’den ayrılma hakı » konusunu çarpıtmaktadırlar.

Gerek kürtlerin vermiş oldukları mücadeleyle ulaştıkları bilinç ve cesaret düzeyi, gerekse de değişen dünya ve bölge koşulları ile birlikte, Türkiye’de yaşanan gelişmeleri dikkate alırsak, şimdiye kadar tabu olarak görülen gerçekliklerin, artık alenen tartışılmasında fayda vardır. Bu, sadece kürtler açısından değil, Türkiye açısından da kaçınılmaz bir ihtiyaçtır diye düşünüyorum. Ancak, bu noktada doğru tespitlerde bulunmak için, herşeyden önce, sağlıklı bir tarihi bilince ve onunla birlikte, günümüzdeki dünya ve bölge konjonktürünü de iyi anlamak gerekmektedir.

Evela şunu belirterek konuya girmekte fayda vardır ; evrensel özgürlükler bağlamında düşünüldüğünde, her halk ayrı yaşama hakına sahip olduğu gibi, kürtler de, herhangi bir yabancı devlete bağlı olmaksızın, kendi öz iradeleriyle, devlet kurma ve ayrı yaşama hakına sahiptirler. 20. yüzyılın başında, ulus-devletlerin geliştiği bir dönemde, eğer kürtler örgütlü olmuş olsalardı, TC’nin kurulduğu aynı yıllarda, ayrı bir devlet kurabilir ve bugün BM’ye üye bir Kürdistan olacak idi. Ne yazıkki, çok geçmişlerde olduğu gibi, bundan 100 yıl önceki dönemde de, kürtler kendi aralarında parçalı bir duruşa sahip olmakla beraber, aynı zamanda farklı güçlerin de etkisinde oldukları nedeniyle, söz konusu tarihi momenti değerlendirememişlerdir.

Hepimiz biliyoruz ki, 1071 Malazgirt muharebesinin başarısında, kürtlerin Doğu Bizans Imparatorluğuna karşı verdikleri savaş bellirleyici olmuştur. Türklerin Anadoluya geçişine de kürtler yol açmışlardır. Osmanlı Imparatorluğunun gelişmesinde ve Ortadoğuya yayılmasında da kürtlerin rolü yadsınamaz. Halen de Ortadoğuda namı saygıyla anılan Sellahatînî Eyûbî gerçekliği sadece bir örnektir.

Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşunda da kürtlerin önemli bir rolü olmuştur. 1940 yıllarına kadar kürt halkı sık sık isyan etmiş ve bu isyanlar ordu tarafından bastırılmış olsalar da, TC’nin gelişmesinde, kurumlaşmasında kürtlerin rolü belirleyici olmuştur. 1940’lardan sonra ise, özel politikalarla, kürt işgücü batıya çekilmiş, böylece ucuz işgücüyle Türkiye’nin metrepolleri inşa edilmiş, azımsanmayacak düzeyde ekonomik güç sağlanmıştır. Bu süreç zarfında Kürdistan’da herhangi bir ekonomik yatırım yapılmadığı gibi, Kürdistan’ın yeraltı ve yerüstü zenginlik kaynakları da batıya çekilerek, yoksullaştırılmıştır.

1970’lerden sonra ise, Kürdistan’da yaşanan mücadele bahane gösterilerek, devlet özel politikalar geliştirmiş, bunun neticesinde ise, Türkiye’nin içanadolu ve batı kentlerinde önemli oranda bir kürt potansiyeli oluşmuştur. Bu gerçekliğe paralel olarak, devletin uyguladığı asimilasyon politikalarının da etkisiyle, Kürdistan kültürel ve sosyal olarak erozyona uğratılmış, böylece kürtlerin Türkiye’ye zorunlu entegrasyonu « sağlanmıştır. » Dolayısıyla, gelinen aşamada, ne kürtlerin Türkiye’den ayrılması mümkün, ne de türklerin Kürdistan’dan kopması olanaklıdır. Gönlümde kalıcı bir biçimde, bağımsız, birleşik ve demokratik bir Kürdistan sevgisi yer edinmiş olmasına rağmen, bu gerçekliği dile getirmek durumundayım.

1990’lardan başlayarak günümüze dek yaşanan gelişmeler, Güney Kürdistan’da bağımsız bir devleti ilan etme koşullarını geliştirmiştir. Yürtsever olan her kürt buna sevinir ve elinden geldiğince destekler. Şüphesiz oradaki gelişmeler hepimizi heyecanlandırır, bazı hayalerimize cevap olur. Ancak, yaşanan konjonktürel gerçeklik ve Kuzey Batı kürtlerin objektif durumu, kürtlerin Türkiye’den ayrılıp Güney Kürdistan ile birleşmesini yaşanabilir bir gerçeklik haline getiremez. Buna rağmen, varolan egemen devletlerin tüm engellemelerine karşın, dünyada ve bölgede yaşanacak olan demokratik gelişmeler, günün birinde Kürdistan parçaları arasındaki sınırları kaldıracak, birçok konuda ortak bir yaşamın gelişmesinin önünü açacaktır, bu konuda hiçbir şüphem yotur.

Bu genel çerçeveden olaya bakılırsa, o zaman şöyle demek daha doğru olacaktır ; kürtlerin Türkiye’den ayrılma hakı vardır, ancak, yaşanmış olan tarihi gerçeklikler ve bugün içinde bulunduğumuz objektif durum dikkate alınırsa, kürtlerin Türkiye’den ayrılma koşulları bulunmamaktadır, tam tersine, batıda bulunan ve sayısı 10 milyonu aşan kürtler, oradaki emeğine sahip çıkmalıdırlar. Bu da, Türkiye’nin demokratikleşmesi ve kürtlerin bir halk olarak tüm haklarının anayasal güvence altına alınmasından geçer. Son günlerde tartışılan ve kimi çevreler tarafından düşmanca bir talep olarak görülen Demokratik Özerklik, söz konusu bu aşamaya varmanın ilk basamağı olabilmektedir. Bu nedenle, kürtlerin Türkiye’den ayrılma sorunundan ziyade, Türkiye ve Kürdistan bölgelerinin, ortak, çağdaş ve modern bir yönetim sistemine kavuşturulması sorunu tartısılmalıdır. Eğer böylesi bir gelişme yaşanırsa, o zaman rahatlıkla diyebiliriz ki, Türkiye ve Kuzey Kürdistan, hem kürtlerin ve hemde türklerindir. Bu espriyle olaya yaklaşılırsa, yaşanacak olan gelişmeler, sadece kürt ve türkler için değil, aynı zamanda bu coğrafyada yaşayan tüm halkların çıkarına olacaktır.

PKK’nin 13 Ağustos-20 Eylül tarihleri arasında ilan ettiği ateşkese asgari bir doğru yaklaşım gösterilirse, yakın bir zamanda, bir grup gerilanın, silahlarıyla birlikte BM’ye « teslim » olmasının koşullarını da yaratacaktır. Dolayısıyla, bu süreç beraberinde yepyeni bir durumu da ortaya çıkaracaktır. O zaman bizim « Kürtlerin Türkiye’den ayrılma hakı » diye bir konuyu da tartışmamızın pek anlamı kalmayacaktır.

Ahmet DERE / 15.08.2010