7 Mart 2012 Çarşamba

Kürt Handikapı

Geçen Şubat ayında Avrupa Parlamentosunda bir Milletvekili dostumla sohbet ediyorduk. Tabii biz nerede olursak konuyu çevirip Kürt Sorununa ve onu ilgilendiren hususlara getiriyoruz. Bu sefer de öyle oldu, sohbete başlarken daha çok Avrupa’daki ekonomik krizi, Yunanistan’ı konuşurken dikkatimiz Arap Baharı’na çevrildi, oradan da Güney Kürdistan ve sonra da Türkiye ve Kürtleri konuştuk.
Sohbet ettiğim kişi Kürtleri yakından tanıdığı için, Kürtlerle ilgili olarak kendisine özel birşey anlatmama gerek yoktu. Güney Kürdistan hareketlerini biraz tanıyan biri olduğu için sohbetimiz Arap Baharı’na kaydığında şu hususların altını özellikle çizdi ; « Arap Baharı kendi içinde birçok sorunu taşıyor. Değişen rejimlerin yerine daha iyi yönetimlerin getirilmesi noktasında pek memnün edici bir gelişme görülmüyor. Eğer Irak’ta Kürtler olmasaydı şimdiye kadar bu ülkede de ciddi sorunlar yaşanırdı. İşte Mısır ve Libya’da Kürtler gibi halklar yoktur…. » Ben bu arada şunu dedim « Diyorsunuz ki keşke oralarda da Kürtler olsaydı ve Amerika ile AB’nin işini biraz kollaylaştırsalardı değilmi ? …. »
Muhatabım bir dost ve AP’de muhalif bir fraksiyondan olduğu için kendisini AB’nin temsilcisi gibi göremezdim. Dolayısıyla kendisi de öyle bir pozisyona girmekten hep kaçınan biridir. Ancak Güney Kürdistan’ı kısmen tanıdığı için orayla ilgili görüşlerini anlatmaya devam etti. « Irak Kürtleri çok cefa çektiler, çok zülüm gördüler. Ben henüz öğrenciyken Irak’taki peşmerge savaşını duymuştum. Bir ara kendi aralarında da ciddi sorunları yaşıyorlardı, hatta PKK ile de savaştılar. Fakat şimdi öyle bir noktaya geldiler, hem kendi iç sorunlarını hal ettiler, hem de Kürdistan’ı bölgede en güvenlikli bir alan haline getirdiler…..bence bunlar çok güzel şeyler….»
Bu Avrupalı arkadaşın söyledikleri doğru olmakla birlikte o sadece bardağın dolu olan tarafını görmüş ve onları anlatıyordu. Kürtlerin halen kendi aralarında yaşadıkları ciddi sorunlardan haberi yoktu. Bu anlamda Güney Kürdistan’da belli bir gelişme var ve kısmen de « demokratik » denilebilecek bir zihniyet gelişiyor. Eskisi gibi KDP ile YNK arasında çatışmalar yok, şimdi muhalefette olan parti ve gruplarla da ciddi bir sorun yaşamadıklarını biliyoruz. Hatta Türkiye’nin ve Amerika’nın dayatmasına rağmen PKK’ye karşı da ciddi bir olumsuz yaklaşım sahibi değiller. Bu şekilde devam ederse, ki önümüzdeki süreçte bağımsızlığını ilan etmeyi de tartışmaktadırlar, Kürtlerin kendilerini en rahat ve özgürce ifade edebilecekleri bir ülke parçası haline de gelebilir. Böylece, bir nebze de olsa, « Bağımsız Kürdistan » hayalimiz gerçekleşmiş olacaktır.
Bazı yabancı dostlarımızın fark ettikleri, bazılarının ise pek farkında olmadıkları ama bana göre halen gelişmemizi ciddi anlamda engelleyen « Demokratikleşmeyen Zihniyet » gibi bir sorunumuz vardır. Güney Kürdistan’da kısmen aşılmış olsa da tamamen giderilmiş değildir. Kuzey Kürdistan’da ise bu sorun halen tehlike arzeden bir boyuttadır.
Bazen görüştüğüm Avrupalı siyasetçiler şunu tekrarlıyorlar ; « Biz Türkiye’deki Kürtlerin talepleri hakında net bir bilgiye sahip olamıyoruz. Örneğin BDP bir şey söyliyor, diğer Kürt Partileri ve Kurumları da başka şeyler söyliyorlar. Biz herhangi bir partiyi veya gurubu kendi başına Kürtlerin temsilcisi olarak göremeyiz, bu nedenle Kürtler önce kendi aralarında net olsunlar ki biz de ne istediklerini bilelim ». Aslında bu konuda Avrupa’lılar pek de yanlış bir şey söylemiyorlar, elleştirilerinde haklılar. Kuzey Kürdistan’daki Kürtlerin tek sesi yok, çok seslilik sözkonusu olup hiç birşey de anlaşılmamaktadır.
Geçen yıldan beri Kemal Burkay ve HAK-PAR Türkiye ve Kürdistan’da katıldıkları her etkinlikte ve tv programlarında kendine göre talepleri sıralamaktadırlar. Her yerde BDP’nin, dolayısıyla PKK’nin Kürtleri temsil etmediğini söylemektedirler. Yine, kendine Kürt Aydınıyım diyen bir sürü kişi daha farklı talepleri ileri sürmektedirler. Diğer taraftan da AKP’nin içindeki Kürt kökenli milletvekilleri de « Esas Kürtlerin temsilcileri bizleriz » biçiminde konuşmakta ve diplomasi alanında da belli bir çaba sarf etmektedirler. Türkiye’ye giden yabancı heyetler sadece BDP ile görüşmemektedirler, yukarıda bahsı geçen Kürtlerle de görüşmektedirler.
Aynı durum İran ve Suriye’deki Kürtler için de geçerlidir. O parçalardaki Kürtler arasında da ciddi anlamda görüş ayrılığı ve en önemlisi de diyalogsuzluk sözkonusudur.  Yarın veya öbürsü gün Suriye’de rejim değişikliği olursa acaba Kürtleri kim temsil edecek diye düşünüyorum. Şimdiden Yekiti çevresinden Kürtler ABD ile görüşüyorlar, eğer herhangi bir rejim değişikliği sözkonusu olsa elbette ABD onları tanıyacaktır. Diğer taraftan da bugün Afrin, Qamışlo ve diğer Kürt yerleşim alanlarında PKK’ye yakın olan PYD hakimiyeti elinde tutmaktadır. Durum böyle olunca, olası bir rejim değişikliği durumunda, Kürtlerarası bir çatışma tehlikesi kaçınılmaz olur. Bu durum doğal olarak bizi kaygılandırmaktadır.
Kısacası tüm Kürtler açısından acil olan tek şey ; Demokratik bir Zihniyetin gelişmesidir. Yani ortak değerler atrafında birlik ve beraberliğin geliştirilip pekiştirilmesidir. Bunun için herkesin fedakarlık yapması lazım. Kimse kendi düşüncesini ve grupsal çıkarlarını öne çıkarmamalı, herksein tek çabası, çoğu Kürtlerin taleplerine cevap verebilecek bir mücadele stratejisi etrafında birleşme olmalıdır.
Bana göre bu konuda, özellikle Kuzey Kürdistan’da, ön adımı atması gereken PKK-BDP’dir. Güçlü konumda olan yeri geldiğinde erdemli ve fedakar olmayı da bilmelidir. Eğer öyle bir gelişme yaşanırsa, ki bu konuda çok iyimser değilim, o zaman BDP diplomasi alanında da sonuç alabilecek gelişmelere imza atabilir. O zaman hiçbir Avrupalı rahat rahat « Biz Türkiye’deki Kürtlerin ne istediklerini net olarak bilemiyoruz » biçiminde kendini savunabilecek argumanı bulamaz. Aksi halde, hiçbir uluslararası kurumun BDP’yi Türkiye’deki Kürtlerin tek temsilcisi olarak görmesini beklememeliyiz.
Ahmet DERE  /  06.03.2012