15 Şubat 2012 Çarşamba

Olağanüstü Bir Durum Yok, Burası Türkiye

MİT yetkililerine ilişkin başlatılan ‘soruşturma’ Türkiye’de ‘yeni’ bir tartışma gündemini oluşturmuş durumda. Ülkenin tüm sorunları bir tarafa bırakılıp, MİT ile ilgili ‘soruşturma’ ve Mecliste yapılmaya çalışılan yasal değişiklik ana gündem haline gelmiştir. Öyle görülüyor ki bu konu daha bir süre güncelliğini koruyacaktır.
Türkiye garip bir ülke, kamuoyu ise gariban olduğu için yukarıdan gündemi oluşturanlar tartışmaları istediklere yöne çekebilir, amaçları doğrultusunda neticeye bağlayabilirler. MİT ile ilgili gündemi işgal eden tartışmalar da önceden planlanmış bir şekilde gündeme getirildi ve sürdürülmektedir.
Herşeyden önce MİT’e karşı başlatılan soruşturmanın AKP’den habersiz yapılmadığını belirtmek isterim. Devlet ile bütünleşmiş bir AKP’nin böylesine ‘hasas’ bir konuda yapılan bir soruşturmadan haberdar olmaması düşünülemez. Sözkonusu soruşturmayı başlatan bir savcının AKP’ye rağmen sonuç alamayacağını düşünmemiş olması mümkün değildir. Diyelim soruşturma AKP’den habersiz başlatılmış, eğer iş bu soruşturmanın kamuoyuna yansıması AKP’nin işine gelmeseydi, gerek Adalet Bakanlığı gerekse de İçişleri Bakanlığı imkanlarıyla olayın üstü rahatlıkla örtünebilirdi. Dolayısıyla yaşananlar Türkiye açısından pek olağanüstü sayılmaz, çok normal bir durumdur.
Neden bu soruşturma AKP’den habersiz yapılmamıştır ? Yine, neden AKP bu olayın kamuoyuna yansımasını ve bu şekilde tartışılmasını istemiştir ?
Dikkat edilirse 2011 seçimlerinden önce, daha çok da 2010 yılında, AKP’nin Kürt Sorununa ilişkin yaklaşımında kısmen ‘çözümleyici’ ve hatta ‘diyalogtan yana’ bir eğilim görülüyordu. Bu süreçte PKK yetkilileriyle görüşmeler yapılmış, örgütün tasfiye edilmesi noktasında bilgi alınmıştır. (PKK-MİT görüşmelerinin esas amacının örgütü tasfiye etmeye yönelik olduğunu savunuyorum, bazı çevrelerin söyledikleri gibi Kürt Sorunun diyalogla çözme gibi bir durum değildir). Yapılan görüşmelerin seyri devletin tam istediği gibi gelişmeyince hem AKP’nin uslübünde değişiklik olmuş ve hemde Kürtlere karşı yürütülen savaşın dozajı artırılmıştır. 2011 seçimlerinden sonra AKP-Devlet tamamen güvenlikçi bir çizgide hareket etmiştir.
AKP-Devlet cenahında açıkça görülen bu yaklaşım değişikliği, gerek Türkiye’deki belli bazı çevreler tarafından gerekse de Avrupa’daki kimi kurumlar tarafından elleştirilmiştir. Türkiye’deki görsel ve basın medyasında da özellikle AKP’nin güvenlikçi politikasını elleştirenler olmuştur. Sözkonusu elleştirilerin geliştirildiği süreçte planlı olarak MİT-PKK görüşmeleri basına sızdırıldı. Ben bu süreci daha çok kamuoyunun tepkisini kazanma amaçlı geliştirildiğini düşünüyorum. Yani, Türkiye kamuoyu bu tür görüşmelerin yapılmış olmasına karşı tepki gösterecek, AKP de buna dayanarak « Görüyormusunuz, Türkiye kamuoyu PKK ile müzakere yapmamıza müsaade etmiyor » diyerek esas aldığı güvenlikçi politikanın doğru olduğunu kanıtlayacaktı.
AKP’nin tüm çabalarına rağmen Kürt Sorununa ilişkin güvenlikçi politikaya karşı elleştiriler dinmedi. Diğer taraftan da yeni oluşturulacak olan anayasanın tamamen AKP’nin kontrolünde geliştirilmesi gerekiyor. Yine, özellikle son aylarda Yargı’nın ve Emniyet’in tamamen AKP’nin denetiminde olduğuna ilişkin elleştiriler de az değildir. Dolayısıyla bir taşla birkaç kuşu birden vurmayı amaçlayan derin bir planın yapılmasına ihtiyaç duyulmuştur. İşte MİT yetkililerine ilişkin (ben özellikle ‘ilişkin’ kelimesini kulanıyorum, zira bu ‘soruşturma’ MİT yetkililerine karşı değildir) KCK davasına bağlı olarak açılan dosya tüm bu ihtiyaçlara cevap olacak şekilde planlanmıştır.
Tartışmaların başlatıldığı günden beri yazılan ve konuşulanlara bakıldığında iyi görülüyor ki AKP bu süreçten güç alarak çıkacaktır. Bu olay vasıtasıyla şu dört hususda kamuoyunu yanıltacaktır; 1- Yargının tamamen AKP’nin denetiminde olmadığı, yeri geldiğinde Başbakanlığa bağlı olarak çalışan MİT Müsteşarı ve onun yetkililerine karşı dava açılabileceğini göstermek, 2- Emniyet’in AKP’nin denetiminde olmadığı, gerekirse MİT yetkililerini de gözaltına alabileceğini, 3- Ne Türk Yargı Sisteminin ne de Türkiye Kamuoyunun Kürt Sorununu diyalogla çözmeye musait olmadığını, 4- Anayasanın birçok konuda engelleyici unsur olduğunu göstermek. Bu yanıltma manevrasıyla AKP’nin eli daha da güçlenmiş olacaktır.
Kısacası, MİT-KCK olayında zararlı taraf yine Kürtler ve Türkiye’nin barışını ve demokratikleşmesini isteyen çevreler olacaktır. Kimse de MİT yetkililerini ‘kurbanlık koyun’ gibi görmemelidir, AKP bu işi planlarken onları da düşünmüştür. Nitekim MİT kanununda değişiklik yapmak üzere yasa değişikliği jet hızıyla TBMM Anayasa Komisyonundan geçti, çok yakında Meclisten de geçerek kanunlaşacaktır.
Bugün 15 Şubat Uluslararası Koplo’nun 13. yıldönümüdür. Bu vesileyle, Sayın  Öcalan şahsında tüm Kürt halkına karşı geliştirilen koployu kınıyorum. Türkiye’nin çağdaş ülkeler arasında yerini alması için demokratikleşmesi ve dolayısıyla Kürt Sorununa güvenlikçi politikalarla değil, diyalog yoluyla bir yaklaşım göstermesi kaçınılmazdır. Kürtler de artık eski Kürtler olmayıp en azından kendine karşı geliştirilen koploları boşa çıkaracak güçte ve bilinçtedir.
Ahmet DERE  /  15.02.2012