12 Aralık 2010 Pazar

2010 Yılının Sonuna Yaklaşırken

Geride bıraktığımız 2010 yılı birçok önemli olaylara sahne oldu. Fransa Haber Ajansı fotoğrafçılarının objektiflerine takılan görüntülere baktığımda, özellikle açlığın, insan yaşamına malolan savaşların ve şiddet içeren olayların geçen bu yıla da damgasını vurduğunu görmemek mümkün değildir. Avrupa, Amerika veya gelişmiş olarak bilinen ülkelerde yaşayanların büyük bölümü 2010 yılının bu tarafını görmeyebilirler, onlara göre çok güzel bir yıl geçirilmiş, yani onların hafızalarında sıcak bir yaz mevsimi, özenle temizlenmiş plajlarda denize girme ve lüks otelerde tatil yaptıkları bir yıl olarak kaydedilmiştir. Ne varki yaşananlar toplumun salt bir kesimiyle sınırlı değildir, görülmeyen, göremediğimizin de ötesinde bir yanı vardır gerçekliğin.

Son bir aydır, Wikileaks’in yayınladığı belgelerin yarattığı geniş tartışma sahası ve sahibi Jullian Asange’ın Londra’da yakalanmasıyla gelişenler, yeni bir « savaş » sürecinin ilk adımıdır. Siber Savaş olarak da adlandırılan bu yeni süreç, beraberinde yeni kürsel çatışmaların ilk adımı olarak görmek de mümkündür. Bu yeni süreçle birlikte global egemenliğin niteliği ve çehresi de değişecektir. 2011 yılı, bu konuda bellirleyici olacaktır.

Ortadoğu’da, veya özellikle de Türkiye ve Kürdistan’da yaşayanlar ve bu bölgeyle yakından alakalı olanlar açısından 2010 yılına baktığımızda ise, « olumlu » ve olumsuz birçok durumun içiçe yaşandığını görebiliriz. Bu bölgede yaşanan acıları az da olsa hisedenlerin gözüyle 2010 yılını okuduğumuzda, ne yazıkki insana moral verebilecek pek ciddi bir şey yaşanmamıştır. Daha önceki yıllarda olduğu gibi, bu yılda da Ortadoğu’da şiddet olayları toplumu meşgul eden başlıca husus olmuştur. Uluslararası güçlerin bu bölge üzerindeki çıkar hesaplarının geliştirilmesi ve onlara yeni halkaların eklenmesi tüm hızıyla devam etmiştir. Son bir aydır medyada genişçe tartışılan Wikileaks’in yayınladığı belgelerinde de bunları görmek mümkündür.

Gerek Dünya’da gerekse de Ortadoğu’da yaşanan bu gerçekliğe paralel olarak, Türkiye’deki Kürt Sorunu konusunda da benzer bir durum söz konusu olmuştur. Yılın ilk aylarında, AKP’nin « Demokratik Açılım » olarak adlandırdığı projenin bir parçası veya sonucu olarak Barış Gruplarının Kandil ve Maxmur’dan gelmesi belli bir « olumlu » hava yaratmış olsa da, daha sonraki süreçte görüldüki AKP hükümeti salt kendi çıkarlarının açılımını yapmaktadır. Erdoğan Hükümetinin Kürt Sorunu üzerinden yaptığı hesapları az da olsa tutmuş ve 12 Eylül günü yapılan Anayasa Referandumu sonucunda da meyveleri alınmıştır. BDP öncülüğünde gösterilen çabalar belli bir sonuç almış olsa da, Kürdistan’daki genel tabloya baktığımızda AKP’nin amacına ulşatığını söyemek gerekiyor. 2011 yılında yapılacak genel seçimlerin ön hazırlığı niteliğinde bir tablonun giderek belirginleştiğini de burada belirtmek lazım. Dolayısıyla, özellikle bu noktadan hareketle, Kürtler açısından çıkarılması gereken önemli dersler vardır.

Türkiye geneli ve Kürtler açısından, 2010 yılına damgasını vuran önemli hususlardan bir tanesi de, hatta en önemlisi, KCK’nin 13 Ağustos tarihinde ilan ettiği eylemsizlik süreci olduğunu belirtmek gerekiyor. 15 Ağustos 1984 tarihinden beri devam eden Silahlı Kürt Özgürlük Mücadelesi, 13 Ağustos ile birlikte yeni bir evreye girmiş, silahların devreden çıkarılmasına ilişkin ciddi bir kararlılık ortaya çıkmıştır. Gerek Sayın Öcalan, gerekse de KCK yönetimi bu noktada beyanlar vermiş, türk devleti tarafından da benzer bir yaklaşımın ve kararlılığın gösterilmesini istemişlerdir. Yine, hem kürt ve hem de türk kamuoyu nezdinde de silahların devreden çıkarılmasına ilişkin önemli ve sağduyulu bir eğilim ortaya çıkmıştır.

Kürt Özgürlük Mücadelesinde silahların devre dışı bırakılmasına ilişkin ortaya çıkan olumlu hava, ne yazıkki AKP ve türk devleti içerisindeki derin bazı güçler ile savaştan çıkar sağlayan « sivil » kürt ve türk çevreleri tarafından suistimal edilmiştir. Hatta, bu tartışmaların geliştirildiği süreçte, bazıları kendi sorumluluk alanı dışına çıkarak adeta kendilerine yeni misyonlar biçmeye kadar « cesaretli » davranmaya çabalamışlardır. Durumun böyle bir hal alması, süreç bir anlamda « baltalanmış » olup, hem KCK ve hemde devlet içerisindeki « olumlu » yaklaşım sahibi olanları yeni bir değerlendirme yapmaya zorlamıştır. Maalesef, mevcut durumda bir durağanlık ve hatta ciddi bir belirsizlik hakim olmuştur. Böyle bir tablo karşısında, 2011 yılında « iyi şeyler olacak » diyecek kadar iyimser olmak da zor oluyor.

Yukarıda yazdıklarımdan çok kötümser bir hava hisedilmemelidir. 2010 yılında insanlık için çok değerli bir mücadelenin yürütüldüğünü de görmek gerekiyor. Gerek Türkiye, Kürdistan ve Ortadoğu’da, gerekse de genel olarak Dünya’da milyonlarca insan barış, demokrasi, özgürlük, kardeşlik ve eşitlik talepleriyle mücadele etmiştir. Dünya’ya kendi çıkarlarına göre düzen vermeye çalışan Küresel Hegemonistlere karşı, ciddi bir Küreselleşme Karşıtı ordu da yaratılmıştır. 2011 yılının bu anlamda da önemli 365 güne sahiplik edeceğini şimdiden görebiliriz.

* * *
Dün Ahmet Kaya’nın 10. ölüm yıl dönümüydü. Eşi Gülten Kaya’nın organizesini bizzat yaptığı ve ''An Gelir-Onsuz 10 Yıl'' adıyla anma gecesi Istanbul’da Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayında yapıldı. Burada değerli Ahmet Kaya’yı anarken, şunu da hatırlatmadan geçemiyeceğim; 10 yıl önce Ahmet Kaya’nın sürgüne gitmesine sebep olan çatal ve kaşıklı saldırının yapıldığı gece orada bulunup ses çıkarmayan “kürt“ ve kendine « demokratım » diyen türk sanatçılar ne hisediyorlar acaba ?. Eğer onlarda azıcık vijdan varsa, bunun telafisini yapmak için Ahmet Kaya’nın klibini çekmek istediği dilin özgürce konuşulması için mücadele etsinler yeter. Burada özellikle Mahsun Kırmızıgül ve Ibrahim Tatlises’in ismini de vermek istiyorum.

Ahmet DERE