14 Aralık 2020 Pazartesi

AB-Türkiye Müzakereleri ve yanlış analizler

AKP Hükümetinin iktidara gelmesiyle birlikte Türkiye-AB Müzakere Süreci başlamıştır. Resmi olarak 2005 yılından beri müzakereler devam ediyor. Ve fakat 18 yıllık AKP iktidarı süresince bu noktada pek de önemli gelişmeler yaratılmamış, hiçbir müzakere fasılı tamamen kapatılmış değildir.

Geçen 10-11 Aralıkta yapılan AB Liderler zirvesinde Türkiye ile ilgili yaptırım kararı tartışıldı. Normal olarak AB ile müzakere sürecinde olan bir ülkeye karşı yaptırım tartışılmaz bile, ancak Türkiye normal bir ülke olmadığı için yaptırımı tartışmak ve hatta uygulamak AB açısından çok olağan olmuştur. Fakat beklenen yaptırım kararları alınmadı, daha çok Mart 2021’de yapılacak zirveye bırakıldı. Bunun nedeni ise ABD’de yapılacak olan yönetim değişikliğinin yaratacağı yeni bir durumun olabilmesidir. Joe Biden’in 20 Ocak 2021’de ABD Başkanlık koltuğuna oturmasıyla birlikte Türkiye’ye ilişkin yeni bir stratejinin devreye girme olasılığı AB Liderlerini böyle bir erteleme kararı almasına yol açmıştır.

AB Liderler zirvesinin bu yaklaşımından sonra Türkiye’de bu konu ile ilgili yoğun bir tartışmadır almış başını gidiyor. Adeta Avrupa Birliği yeniden keşfediliyorcasına tüm tv kanalarında programlar yapılıyor. Sözde analizcilerin yaptıkları değerlendirmelerin çok yanlış olduğunu belirtmek gerekiyor. AB ile Türkiye arasındaki sorunların temel kaynağı Kıbrıs'a bağlanıyor ve bu noktadan hareketle yeni politik yaklaşımların geliştirilmesi gerektiğine dikkatler çekiliyor. Oysa esas sorun TC’nin Kürtlere olan yaklaşımıdır. Brüksel ve Strasbourg’un nabzını çok yakından takip eden birisi olarak bellirtmeliyim ki AB açısında Türkiye’nin birliğe alınma sürecinde temel sorun teşkil eden husus Kürt Sorunudur. Ancak AB yetkilileri bu konuda Türkiye’ye karşı samimi davranmadıkları için Kürt Sorununu çok açık bir şekilde dilendirmiyorlar. Bir anlamda kendi çıkarları gereği, yani Türkiye ile müzakereleri sürece yaymak için, Kürt Sorununun yara bere içerisinde kalmasını arzuluyorlar.

Konuştuğum Avrupalı her yetkili Türkiye'de Kürt Sorunu adil bir çözüme bağlanmadığı sürece AB'nin kapıları bu ülkeye açılmayacağını belirtiyorlar. Kürt Sorununa çözüm demek Türkiye'de Demokrasi ve İnsan Haklarının normaleşeceği anlamına geliyor. Bu da AB'ye giriş için kapıların aralanmasını zorunlu hale getireceği manasına geliyor. İşte bu durum Türkiye’nin üyeliğine karşı olanların hoşuna gitmiyor. Bir taraftan Kürtlerin dostlarıymış gibi davranırken, diğer taraftan da sözkonusu sorunun kanayan bir yara olarak kalmasını arzuluyorlar.

Türkiye’de çokça tartışılan adeta AB’nin tek önkoşulu gibi gösterilen Kıbrıs sorunu Rumların istediği gibi bir çözüme bağlansa bile yine AB'nin kapıları açılmaz, açılamaz. Bunu bir kere TC yetkilileri ve analizcileri anlamalıdırlar. Brüksel ve Strasbourg’un kapalı kapıları ardında Kıbrıs Sorunu pek de önemli görülmediğini belirtmek lazım. Zaten ne Kıbrıslı Rumların ne de Kıbrıslı Türklerin yaşadıkları sıkıntılı ciddi bir durum sözkonudur. İki kesim arasında sınır diye birşey de kalmamıştır. Çok sayıda Kıbrıslı Türkün Kıbrıs Pasaportunu aldığını biliyoruz. Sadece AB açısından sorun teşkil eden husus türk askerinin adada bulunmasıdır.

Biz Kürtler şimdiye kadar Türkiye'nin AB'ye girişine karşı çıktık, bu yönde lobi faaliyetlerini yaptık. Değişik Kürt kurumları adına bu konuda yıllarca çalışmalarım olmuştur. Ancak gelinen noktada artık tersi bir yaklaşım içerisinde olmamız daha mantıklı olur diye düşünüyorum.

Türkiye'nin AB'ye yaklaşması demek demokratikleşmeye daha yakın olması demektir. Bu nedenle Türkiye'nin AB'ye olası bir girişi Kürt Sorununa adil bir çözümün bulunması için daha elverişli koşulları yaratacaktır. Bir anlamda Kürt Sorunu AB Sorunu haline gelecektir. Gerçekleşme ihtimali pek uzak görülen Türkiye’nin AB’ye girişi sözkonusu olursa o zaman bizim muhataplarımız sadece dingo’nun ahırı haline gelmiş TBMM olmayacak, daha çok Brüksel ve Strasbourg’daki Avrupa Parlamentosu olacaktır. Belki de bu nedenle hem AB yetkilileri hem de TC yetkilileri birliğe üye olmasını istemiyorlardır. Mantıklı düşünürsek bu durum her iki kesimin de işine geldiğini görürürüz.

Ahmet Gülabi DERE  /  13.12.2020

 

26 Eylül 2020 Cumartesi

HDP'ye Operasyon ne demek

Dün HDP'ye kaşı bir operasyon yapılarak, eski ve yeni çok sayıda yöneticisi içeri alındı. Kobanî olaylari üzerinden 6 yıl geçmesine rağmen onu bahane göstererek yapılan bu operasyon ve tutuklamaların gündem değiştirmekle alakalı olduğunu, sanırım aklı başında olan herkes bilir. 1980'lerden bu yana TC'de iktidar olan her güç ülke gündemini kendi siyasi çıkarlarına uygun bellirlemek için başvurdukları ilk oyunu Kürtler'e karşı geliştiriyor. Ne yazık ki beyni pek gelişmemiş bir toplum olan Türkiye kamuoyu da buna çanak tutuyor. TV'lerde günlerce haber yapıp üzerinde analizler yaparak adeta iyi bir marifetmiş gibi gösteriyorlar.

Doğu Akdeniz'de yaşananlar AKP iktidarı için hezimet olunca ve AB Türkiye'ye ambargoyu gündemine alınca kamuoyunu başka bir konu ile meşgul etmek gerekiyordu. Suriye'deki durum, mülteciler konusu, ‘kapıları açarız’ meselesi bayat olduğu için HDP'ye operasyon akıllarına gelmiş. Yeni bir oyun malzemesini de bulamadıkları için Sarayın Savcısı gibi çalişan Ankara Cumhuriyet Başsavcısı Yüksel Kocaman imdada koşup böyle bir operasyonun senaryosunu yazmış. Bu senaryonun yazılması talimatı da, birkaç gün önce sözkonusu savcının düğününe bizzat katılan Recep Tayip Erdoğan tarafından kendisine verildiğini tahmin etmek zor olmasa gerek.

Türkiye'de Kürdofobi bir hastalık olup herkesin hücrelerini sardığı için HDP'lilerin tutuklamalarına karşı sadece CHP'den cılız bir ses çıktı, diğer tüm siyasi partiler, ya sesiz kaldılar yada alkışladılar. Bugünlerde kısmen daha farklı sesler çıkabilir ancak önemli olan ilk gün gösterilen tepkilerdir.

Dün yapılan bu operasyona karşı Kürtlerden henüz eylemsel bir karşı koyuş veya protesto yapılmış değil. Bugünlerde HDP'nin ciddi bir eylemselik sürecine girmesini bekliyorum. Daha önce yöneticilerine karşı yapılan benzer operasyonlara yönelik gösterilen tepkiden daha ciddi ve tutarlı bir duruş sergilenmesi lazım. Dün tutuklananların kimler oldukları, ne düzeyde görevli olup olmadıklarına bakmaksızın TC'nin genel olarak Kürtlere karşı olan bu faşizane politikalarını, hem Türkiye ve Kürdistan'ın geneline ve hemde uluslararası alana taşımak lazım. AKP kendi siyasi iç hesapları için böyle bir politikayı izliyorsa Kürtlerin de dünyayı ona dar etmeleri gerekir. Kürtler diyorum, çünkü bu yapılanlar HDP şahsında tüm Kürtlere karşı yapılmaktadır. Aklı başında olan Türkler açısından da bu ve benzeri operasyonlar aynı zamanda Türkiye'ye karşı yapılan çirkin eylemler olarak görülmelidir. Dolayısıyla Kürtlerle birlikte aklı başında olan varsa Türklerin de bu süreçte sesiz kalmamaları gerekiyor.

Bu operasyonu sadece HDP’ye karşı bir eylem olarak algılamamalıyız. Hatırlıyorsak Güney Kürdistan Bağımsızlık Referandumu de 25 Eylül 2017’de yapılmıştı. TC sözkonusu Referandumu kendine yönelik bir aylem olarak algılamıştı, özellikle AKP buna karşı ciddi bir mücadele de vermişti. Kuzey Kürdistan’da HDP şahsında yapılan bu operasyon, ki önümüzdeki günlerde de devamı olacak gibi görünüyor, aslında Kürt Iradesine karşı yapılmıştır. Her ne kadar HDP Kürt Iradesini temsil etmiyor olsa da, onun adına siyaset yaptığı milyonlarca Kürt seçmen bulunuyor.

Bu operasyonun esas amacı belli ; bir taraftan Doğu Akdeniz’de aldığı hezimeti ve AB’nin ambargoya varabilecek negatif yaklaşımını kamuoyundan gizlemek için gündem degiştirmek, diğer taraftan da Kürtlere gözdağı vermektir. AKP ile KDP arasında iyi görünen ilişkilere rağmen, Güney Kürdistan’dan yükselen ve yükselebilecek Özgür Kürt Iradesine karşı TC’nin tahamülü yoktur, elinden gelirse bir kaşık suda boğacaktır. İşte buna işaret etmek için Kuzey’de HDP şahsında Kürtlere karşı bu operasyon yapılmıştır. Bu nedenle de olsa Güney Kürdistan Bölgesel Hükümeti TC’ye karşı sesiz kalmamalıdır. Güney Kürdistan toprakları üzerinde olabilecek en küçük TC operasyonuna müsaade etmemelidir.

HDP bu süreçte uluslararası alanda daha aktif olabilmelidir. Özellikle bu süreçte Avrupa Birliği Kurumları ve Avrupa Konseyi nezdinde çok yönlü bir lobi ve diplomasi faaliyeti içerisine girebilmelidir. Biliyorum bu noktada tecrübe ve yetenek sorunu yaşadığını, ancak elindeki malzemeyi de iyi değerlendirebilmelidir. Elbette bu dönemde kitlesel etkinliklerin de bir rolü olabilir, fakat Covid 19 sebebiyle geniş katılımlı etkinliklerin yapılması pek olası değil, ancak küçük guruplarla önemli kurumların önünde sık sık protesto eylemleri düzenlenebilir. Sadece HDP ve PKK’ye yakın çevrelerin katılımı yetmez, tüm Kürt Örgüt, Kurum ve şahsiyetlerin buna destek vermesi gerekiyor.

Ahmet Gülabi DERE / 26.09.2020

24 Haziran 2020 Çarşamba

Alevi Dernekleri ve Asimilasiyon

Bir Halkın birden fazla dili, lehçesi, dini inancı olabilir, dünya´da bu konuda örnek verebilecek çok halk vardır. Ancak bir halkın birden fazla kimliği olamaz. Bireylerin birden fazla kimliği olsa da esas olan onun doğarken veya atalarının mensubu olduğu halka aidiyatıdır, kimliğidir. Kimlik derken de onu sadece bir kart olarak algılamamak gerekir, zaten burada mevzubahis olan da kart değildir.

Bir insan nasıl ki kendi anne ve babasından utanmıyorsa, onların çocuğu olduğundan iftihar ediyorsa, öyle de mensubu olduğu halktan utanmamalı ve onunla gurur duymalıdır. Hele hele kimliği elinden alınmak istenen ve bu nedenle de mücadele eden bir halkın mensu olmak sözkonusu ise o zaman iki kat daha fazla gurur duyulmalı, iftihar edilmelidir. Bunu sadece ben söylemiyorum, dünya tarihine geçmiş olan çoğu devrimci ve bilim insanı da aynı şeyi, farklı cümlelerle de olsa ifade etmişlerdir. Dolayısıyla bir Kürt bireyi sadece Kürt olduğundan dolayı iki kat daha fazla kendi ulusal kimliğiyle gurur duymalıdır, tıpkı diğer halkların çocukları gibi.

Neden bu konuyu ele aldım ? Maalesef gördüklerim, duyduklarım ve okuduklarım beni bu konuyla ilgili bu yazıyı kaleme almamı zorunlu kılmıştır.  Gelelim esas noktaya; yaşadığımız Avrupa´da Kürdistan’ın her yöresinden insanlarımız bulunmaktadır. Bunlar arasında sunnisi, alevisi, ezidisi ve ateisti vardır. Herkes istediği gibi kendi inancını yaşayabiliyor, buna kimse engel olmuyor, olamaz ve de olmamalıdır. Bu konuda bir sorun yok, birileri rahatsız olsa da genel bir sıkıntı haline gelmiyor. Ancak, özellikle son yıllarda, bazı Alevi Kürtler yavaş yavaş kendilerini salt alevi olarak görmeye başlamışlar. Çoğu zaman ve yerde Kürt olduklarını söylemeden sadece « Ben Aleviyim » demektedirler. Adeta Aleviliği kendi ulusal kimliği gibi görmektedirler. Bu anlayışta olanların büyük çoğunluğu da, ne yazık ki Alevi Derneklerine üyedirler. (Burada CEM Vakfı´na bağlı dernekleri kastetmiyorum, onların misyonu zaten açıktan tüm Alevileri devşirmektir, benim bahsi konu yaptığım AABF’ye bağlı olan derneklerdir) Bu paradoksal durum adeta Alevilerin veya Aleviliğin genel bir yaklaşımı gibi  gösteriliyor. Oysa değil, Alevi inancı hiçbir zaman kişiyi asimile etmez, tam tersine bu inanca mensup herkesi kendi öz kimliğiyle kabul eder, dilini, kültürünü geliştirmesine yardımcı olur. Üzülerek bellirteyim ki bugün Türkiye ve Avrupa´da bulunan Alevi Derneklerinin büyük çoğunluğunda asimilasyon ve devşirme politikaları egemendir. Bu politikalar özellikle Kürtlere yönelik kulanılmaktadır.

Türkiye´de baskıcı devlet politikaları nedeniyle Alevi Derneklerinde türkçenin hakim olmasını anlıyoruz ancak aynı şey Avrupa´daki Alevi Dernekleri için söylenemez. Herkesin özgürce dilini konuşabildiği Avrupa´da, üyelerinin büyük çoğunluğunun Kürt olmasına rağmen Alevi Derneklerindeki faaliyetlerin yüzde 90’ı türkçe yapılmaktadır. Cemevlerinde yapılan dini ritüellerin, ibadetlerin neredeyse yüzde yüzü türkçe yapılmaktadır. Oysa bu dini ibadetlere katılan bir kısım yaşlı üyeler yeterince türkçe anlamıyor, konuşamıyor. İnsanın tuhafına giden şey ise; bizim insanlarımızın bu durumdan rahatsız olmamasıdır. İşte bu çok derin ve tehlikeli bir asimilasiyon durumu olup aynı yaklaşımın içselleşmiş olduğunu gösteriyor. İnsanların farketmeden benimsedikleri negatif bir hal / vaziyet / gaye çok tehlikeli bir potansiyeli bağrında taşıyor. Alevi Derneklerinin yönetiminde yer alan çoğu insanımızın da bunun farkında olmadığını biliyorum. Zaten tüm asimilasiyon politikaları bu şekilde dolaylı yapılır, hiçbir sistem açık açık ´sizi asimile ediyorum’ demez.

Avrupada bulunan kaç tane Alevi Derneğinde çocuklara yönelik kürtçe kurslar veriliyor ? Birkaç tanesinde belki olabilir, ama ben hiç görmedim, duymadım da ! Ancak bu derneklere üye olan Kürtlerin yarısından fazlasının çocukları okullarda verilen türkçe derslere gidiyorlar (özellikle Almanya´da). Bu okullarda yapılan 23 Nisan şenliklerine katılıyorlar. Acaba kürtçe ders veren mi yok ? Hiç zanetmiyorum, bağlama derslerini verebilenden daha kolay kürtçe ders verebilen bulunur, yeter ki bu noktada istekli olunsun.

Türkiye ve Kürdistan’daki Alevi Derneklerini bilmiyorum ama Avrupa´daki derneklerin hepsinde kitaplık bulunur. Gidip baktığımızda kitapların çoğu türkçe, geriye kalanları da Avrupa dillerinde. Her bir dernekte ancak bir elin parmakları kadar kürtçe kitap bulunur, hatta bazılarında hiç yok. Oysa binlerce kürtçe kitap var ve temin edilmesi de çok kolay. Sadece kürtçe kitap değil, Kürtlerle ilgili türkçe veya başka dillerde yazılmış kitaplar bile çok az bulunur Alevi Derneklerinde. Yine sık sık Türkiye Sorunları ile alakalı Konferans ve Seminerler düzenleniyor bu derneklerde, acaba kaç tanesi kürtçe yapılıyor ? Ben kendim bulunduğum alanlarda hiç görmedim, duymadım da. Acaba kürtçe Seminer veya Konferans veren mi yok ? Hayır hemen her alanda bu konuda yetenekli insanlarımız vardır.

Alevi Derneklerinin sözkonusu bu durumundan ötürü Alevi bazı Kürtler üye olmuyorlar, destek vermiyorlar. Oysa doğru bir yaklaşım gösterilse, yani türklüğün ve türkçenin önem gördüğü kadar kürtlük ve kürtçe de değer görse bu derneklerin gücü daha da artar. Güçlenen bu dernekler hem Alevi Türklere hem de Alevi Kürtlere ve  aynı zamanda Alevi Araplara da daha iyi hizmet edebilirler. Biliyorum, bazı derneklerde bu yönde adım atıldığında Türk asıllı bazı Alevilerde önyargılar gelişiyor, adeta ´Kürtler burayı ele geçirmek istiyorlar’ biçiminde yaklaşımlar gelişiyor ve bu kimi Türk Alevileri sözkonusu derneklerden uzaklaştırıyor. Bazı Türk Alevilerin uzaklaşmamaları için Kürtlerin kendi kimliğinden, dilinden ve kültüründen vaz mı geçmeleri lazım ? Elbette hayır ! Ne Kürt Türkü yadsımalı nede Türk Kürdü. Alevi felsefesinin özünde varolan HAK herkes için eşit bir şekilde savunulmalıdır.

Bu yazımdan ötürü birileri beni Alevi karşıtı görebilir, hiç de değilim. Tam tersine çıkardığım Avantaj Post dergisinde Alevi Derneklerinin faaliyetlerine yer verdiğim kadar başka konulara o kadar yer ayırmıyorum. Bu yazdıklarımdan daha fazlasını geçmişi Aleviliğe dayanan arkadaşların kendileri de söyliyorlar. Yazmaya cesaret edemediklerine bakmayın, ama öyle düşündüklerini, konuştuğumuzda da ifade ettiklerini çok iyi biliyorum. Dolayısıyla bu derneklerin yönetiminde yer alanların kulahını önüne koyup biraz düşünmelerinde fayda vardır. Değer verdiğimiz bu dernekleri birer asimilasiyon mekanizmasına dönüştürmesinler. Ayıptır, günahtır.

Ahmet Gülabi DERE
23.06.2020

10 Haziran 2020 Çarşamba

İmha ve İnkar Politikaları Boşa Çıkarılmıştır, Zaman Birlik Olma Zamanıdır


 
Kürtler Ortadoğunun kadim halklarından biri olmasına rağmen halen gerçekliğini inkar etmek isteyen politikalara karşı mücadele etmektedir. Bu mücadele daha da devam edecek ancak inkarcı politika yürüten devlet ve yandaşları boşa kürek salamaktadırlar. Zira Kürt ve Kürdistan gerçekliği, özellikle geçen yüzyılın ikinci yarısından bu yana verilen mücadele ile bu eşik aşılmış olup geriye dönülmesi mümkün olmayan bir sürecin önü açılmıştır. Dolayısıyla artık Kürt gerçekliğinin, kimliğinin inkar edilmesi sözkonusu olamaz. İnkarcı politikalar ne denli geliştirilirse geliştirilsin amacına ulaşması mümkün değildir. Bu çok çok önemli bir nokta olmakla birlikte devamının getirilmesi, yani Kürtlerin de dünya halkları düzeyinde bir yere sahip olmalarını sağlamak için daha önemli bir görev ve sorumluluğu beraberinde ortaya çıkarmıştır.

Geldiğimiz noktaya varmak kolay olmamıştır elbette, bu yolda çok bedel ödenmiştir. Tüm parçalardaki Kürtler, Kafkasya ve Avrupadaki Kürtler dahil olmak üzere, bu mücadelede emek vermiş, bedel ödemiştir.  Sadece örgüt ve partiler değil, aynı zamanda çok sayıda aşiret, meslek grupları, sendika vbg çevrelerin de bu noktada önemli düzeyde emek ve çabaları olmuştur. Elbette mücadeleye az katılan ve hatta ona karşı engel olanlar da olmuştur, halen de sömürgeci güçlerle birlikte olan Kürtleri görüyoruz. Fakat genel anlamda bugüne varmada bircümle Kürtlerin emeğinden sözetmek en doğru yaklaşım olur.

Geçen yüzyılın ikinci yarısında Kürdistan’ın her dört parçasında da sömürgecilere karşı mücadele verildi. Başta KDP, PKK, YNK olmak üzere Kürdistan’ın her parçasından onlarca örgüt ve parti bu mücadelede yer aldı, bedel ödedi. Ne varki Kürt Örgüt ve Partileri arasında sürekli didişmeler, birbirini kabulenmeme, hatta yer yer de birbirine karşı şiddet kulanma durumları da olmuştur. Halen de bazı örgütlerin diğerlerine karşı hasımane yaklaşımları mevcuttur. Sık sık Ulusal Birlikten yana çağrıların yapılmasına, çeşitli inisiyatiflerin alınmasına ve bu noktada girişimlerin olmasına rağmen Kürt Örgüt ve Partileri arasındaki sorunlar giderilemiyor, bir araya gelinmiyor. Zira her örgüt ve parti kendi penceresinden Ulusal Birliğe bakıyor, dar çıkarlarını önceliyor. Dolayısıyla artık klişeleşmiş ulusal birlik çağrıları da anlamsızlaşmıştır. Bir istisna dışında ; eğer kürt örgüt ve partilerinden tamamen bağımsız bir inisiyatif gelişip herkese aynı mesafede durup bu konuda ciddi bir çaba sarfederse bir gelişme yaşanabilir, aksi halde, Ulusal Birlik yolunda boşa kürek salanmış olur. Ne yazık ki mevcüt Kürt Örgüt ve Partilerin zihniyeti bundan farklı bir söylem geliştirmemize imkan tanımıyor.

Yazımın başında da vurguladığım gibi, Kürt Halkı inkar ve imha çizgisini çoktan aşmıştır. Artık hiçbir güç Kürtleri ne inkar edebilir nede imha edebilir. Esas sorunumuz artık kendimizi inkar ve imha politikalarından korumak değil, kendimizi ulusal, bölgesel ve de uluslararası düzeyinde güç sahibi yapmak ve hakımız olanı almak ve onu layıkıyla temsil edebilme kabiliyetine ve yetkiye kavuşturmaktır. Bunun da sağlıklı bir birliktelikten geçtiğini biliyoruz, bilmek zorundayız. Kimi buna Ulusal Birlik, kimi Siyasal Birlik, kimi ise Ortak Çıkar Birliği veya daha farklı adlandırarak diyebilir, savunabilir. Benim için önemli olan Kürtlerin asgari düzeyde de olsa müşterek çıkarları etrafında bir araya gelebilmeyi başarmalarıdır. Ideolojisi, inancı, siyasi görüşü, geçmişi ne olursa olsun halkımızın çıkarına olan bir noktada biraraya gelmektir. Geçmişte de, bugün de tüm gayem bu uğurda birşeyler yapmak olmuştur.

Son yıllarda Kürt Ulusal Birliğini oluşturmaya dönük yapılan hemen hemen tüm çalışmaları takip ettim. Ne var ki hiçbir çalışmayı doyurucu, kapsayıcı, toparlayıcı ve de en önemlisi tarafsız göremedim. Nitekim şimdiye kadar başarılı olan bir çalışma da sözkonusu değildir. Bu hiç de sevindirici bir durum değildir, tam tersine üzüldüğüm bir tablodur. Bunca mücadeleden sonra halen dar sınıfsal, örgütsel ve aşiretsel çıkarlardan ötürü bir araya gelememenin izahatı yapılamaz. Acı bir tablodur ancak bizim gerçekliğimizdir. Ne zamana kadar bu örgütsüzlüğün, birlik olamama durumunun süreceğini bilemeyiz. Bir an evel dürüst, tarafsız ve ciddi bir inisiyatifin gelişmesi elzemdir. Evet artık inkar ve imha olamayız ama sürekli de tür be tür zorbalıkların hedefindeyiz, buna karşı Ulusal Birlik setini oluşturmak durumundayız.

Halk olarak verdiğimiz mücadele ile elde etmiş olduğumuz kazanımlar ne yazık ki parselenmiş durumdadır. Her parseli elinde tutan örgüt veya partiler kendi dar çıkarları dışında kimseye hizmet ettiklerini göremiyoruz. Az olsun benim olsun mantığı hemen hemen tüm kürt örgüt ve partilerinde hakim. Çok acıdır ki bu dar ve kısır anlayışa şakşakcılık yapanların sayısı da az değildir. Bir örgüt diğer örgüte karşı hakaret ettiğinde bakıyoruz onu alkışlayanların sayısı hiç de az değil, diğer örgüt başka bir örgüte aynı hakaretleri yaptığında yine ortalıkta hiç de az olmayan şakşakçılar vardır. Böyle bir halk olmaktan çıkmalıyız, yeri geldiğinde yıllarca emek verdiğimiz örgüt veya partiyi ulusal çizgiye çekebilmeliyiz. Ne PKK’nin KDP’ye, ne de KDP’nin PKK’ye veya başka bir örütün diğer örgütlere hakaret etmesine müsaade edilmemelidir. Halk olarak iç çelişki ve catışmalardan çok çekmişiz, buna dur demek de halk olarak kendi görevimiz olarak bilmeliyiz.

Son olarak şunu bellirtmek gerekir ; bir an önce bu dar ve kısır çerçeveden çıkıp tüm halkımızın çıkarlarını koruyan bir mücadele anlayışına ulaşma zamanı gelmiş, geçiyor. Ya var olan örgüt ve partilerin değişerek bunu gerşekleştirmeleri, yada yeni bir inisiyatifin ortaya cıkması lazım. Aksi durumda belki inkar veya imha olamayız ama bu belengaz durumdan da çıkamayız. Sanırım Kurdistanî düşünen hiçbir birey buna hayır demez.

Ahmet Gülabi DERE
10.06.2920