13 Eylül 2015 Pazar

Bu Savaş Kimin ?



7 Haziran Seçimlerinden sonra Türkiye farklı bir sürece girdi. Böyle devam ederse çok vahim gelişmeler olacaktır.

Geçen seçimlerde HDP’nin 80 milletvekiliyle meclise girmesi çoğu kesimlerde olumlu bir hava yarattıp iyimserliğe yol açarken, aniden  Suruç Katliamı ve ardından da Ceylanpınar’daki iki polisin vurulması olayı yaşandı. O günden sonra ne yazık ki Türkiye kaygıverici bir yokuşa doğru sürüklenmektedir. Kaygıyla, üzüntüyle hergün yaşananları takip ediyoruz.

Kürt toplumunda genel kanı ; seçimleri kaybeden, veya 400 milletvekili çıkaramayan AKP’den dolayı  Recep Tayip Erdoğan bu savaşı başlatmıştır. Bu kanı beli bir Türk kesiminde de var. Toplumun diğer bir kesiminde ise, daha çok Türk egemen kesimleri, uzun zamandır hazırlık yapan PKK’nin bu savaşı başlatmış olduğu kanısı hakim. Böyle düşünen belli bir Kürt kesiminin de olduğunu biliyoruz.

Kim ne derse desin, nasıl düşünüyorsa düşünsün ortada olan bir gerçeklik var, o da AKP yetkilileri ile Erdoğan’ın bu savaştan hayli haz aldıklarıdır. Ölen Asker ve Polisler ile onların gariban aileleri ne AKP’nin ne de Erdoğan’ın umurundadır. Hergün « kökünü kazıyacağız » telalarıyla televizyonlarda nutuk veriyorlar. Hürriyet ile Sabah gazetelerine saldırarak medyaya gözdağı vermek isteniyor. Son günlerde neredeyse ülke televizyonları bir cümle sadece AKP ve ona yakın çevrelerin açıklamalarından başka birşey yayınlamamaktadırlar. Böyle giderse Şili’deki Pinochet diktatörlüğünü aratmayacak bir rejimin hegemonyası ülkede hüküm sürecek.

Bir medya yöneticisi ve yazar olarak günlük gelişmelerin içinden çıkamaz olduk. Hergün yaşanan olayları doğru analiz etmek, hitap ettiğimiz kitleye en doğru haberleri ulaştırmak hayli zor. Türkiye ve Kürdistan’da olup bitenleri bizzat yerinde izleyen gazeteci, yazar ve aydınların her biri farklı konuşuyor, farklı yorumluyor. 30 yıla yakındır Kürt Özgürlük Mücadelesinin içinde olan ve son yıllarda aylık bir dergiyi de yöneten biri olarak yaşananları analiz ederken en doğru çizgiyi yakalamada zorlanmadan noktayı koyamıyorum.

Türkiye’nin komşuları olan Arap ülkelerinde yaşanan kargaşalar ve değişik güçlerin Anadolu ve Mezopotamya üzerindeki gizli hesaplarını dikkate aldığımızda, bugün yaşananlardan ötürü ellerini ovuşturanların hayli çok olduğunu bilmek lazım. Dolayısıyla bu savaşın günlük zararlarını Kürt ve Türklerin çektiği gibi uzun vadede de her iki halkın iyiliği için bir şey göremiyorum. Tehlike hem Türkler ve hem de Kürtler için aynı mesafede kapıya dayanmıştır.

Bu Savaş Kimin ? diye sorarken doğru cevabı bulmak hayli zor. Toplumun bir kesimi ‘Bu savaş AKP’nindir’ dediğinde ne kadar ‘acaba’ dersek, diğer bir kesiminin ise ‘Bu savaş PKK’nindir’ dediğinde ‘olabilir mi’ dememek elden değildir. O halde gerçekten cevabı aranması gereken soru şu değilmidir ; « Bu savaş kimin ve kime faydası olacaktır ? ».

HDP binalarına saldıranlar ile yüzyıllardır Kirşehir’de yaşayan Kürtlerin dukânlarına saldıranlar aynı guruhtandırlar. Bu guruh yarın veya öbürsü gün yarı Kürt şehri olan İstanbul, İzmir, Bursa gibi yerlerde de benzer olaylara imza atsa –ki buralarda da yavaş yavaş olaylar oluyor- kime faydası olacak ? Eğer AKP yetkilileri ‘Bu olaylar bizimle alakalı değildir’ diyorlarsa o zaman üzerine düşen görevleri nedir diye kendilerine sormaları gerekmiyor mu ?

Bana göre bu süreçte en doğru yolda ısrar eden HDP’dir ? Savaşa karşı olan duruşunda ısrar etmesi hem Kürtler ve hem de Türklerin ortak çıkarlarınadır. PKK’ye yaptığı çağrıları pek cevap bulamasa da toplumda takdirle karşılanıyor. Değişik güçlerin provokatif eylem ve söylemleri ne olursa olsun HDP’nin bu tavrı devam etmesi lazım. Bilmek gerekiyor ki eğer HDP’nin bu yaklaşımı olmamış olsaydı havlayan sözde ‘türk milliyetçileri’ gibi bugün Kürtler de benzer şekilde harekete geçmişlerdi. Öyle olmadığını hepimiz görüyoruz, Kürtler sadece kendi meşru savunmalarını yapmakla kendilerini sınırladıklarını görüyoruz. Bunda HDP’nin tavrı rol oynamaktadır. Dolayısıyla HDP’yi takdir etmemek elden değildir. Sorun sadece 1 Kasım seçimlerinde barajı aşıp aşmamak değildir, ondan çok öte halklararasında birlikte yaşamaya dair güvenin asgarinin altına inmesidir. İşte bu noktada HDP bir sibop rolünü oynamaktadır. Bu süreçte en fazla zorlanan ve aynı zamanda da en fazla ağır yük altında olan HDP ve onun birincil derecede sorumlusu olan Selahattin Demirtaş’dir. Umarım ve umarız HDP bu tarihi misyonunu başaracaktır.

Ahmet DERE / 13. 09. 2015