18 Ağustos 2015 Salı

Varto Direnişi



Varto küçük bir ilçe olsa da tarihinde sürekli önemli süreçlerde rol üstlenmiştir. Muş, Bingöl ve Erzurum illerinin sınırlarının kesiştiği bir noktada olup aynı zamanda Alevi ve Sünni Kürtlerin birlikte yaşadığı stratejik bir ilçedir.

Osmanlı döneminde merkezi yönetime vergi vermemede sık sık direnen Varto, Osmanlı Devleti tarafından sürekli ayrı bir muameleye tabi tutulmuştur. Osmanlı İmparatorluğunun tüm çabalarına rağmen Varto kendine has özelliğinden vazgeçmemiştir. İlçe olmasına rağmen, bu başı dik duruşundan dolayı, isim itibariyle Varto hep ön planda olmuş, Muş’un bir ilçesi olmamıştır. Cumhuriyet ile birlikte resmi olarak Muş iline bağlı olmuş olsa da Varto hep özgünlüğünü korumuştur.

1915 Ermeni Soykırımı sırasında Varto halkı birlikte yaşadığı Ermenileri de korumuştur. Dağılma sürecinde olan Osmanlı İmparatorluğunun subayları, ki daha sonra Türkiye Cumhuriyetini kuranlardır, Ermenileri soykırımdan geçirmeye çalışırken Varto Halkı Ermeni komşularını korumuştur. Bugün Varto’nun bazı köylerinde Ermeniler ile Kürtler birlikte yaşıyorlar. Vartolu Kürtlerin bu koruyucu özelliklerinden dolayı olsa gerek, orada yaşayan Ermenilerin bir kısmı kendilerine « Biz hem Kürt ve hem de Ermeniyiz » demektedirler.

Osmanli İmparatorluğunun dağıldığı Cumhuriyetin ise henüz kurulduğu yıllar olan 1920’lerde de Varto önemli olayların kavşağı olmuştur. Cumhuriyetin kuruluşuna karşı tavır içerisinde olduğu için, M. Kemal Erzurum Kongresinden önce Varto’ya uğramış, oradaki ileri gelenler ile görüşmeler yapmıştır. M. Kemal’in tüm çabalarına rağmen Varto Cumhuriyetin kuruluşunu kabulenmemiş bu nedenle sürekli negatif bir muameleye maruz kalmıştır. Varto Halkının bu anti-cumhuriyetçi yaklaşımından ötürü Şex Said İsyanı olarak bilinen ayaklanmanın ön hazırlığının odağında yer almıştır. Eğer 1925 yılının Şubat ayında Şex Said İsyanına erken doğum yaptırılmamış olunsaydı, aynı yılın yaz aylarında Varto merkezli Büyük Kürt Ayaklanması yaşanabilirdi. Ne yazık ki öyle olmadı, aynı bölge, yani Varto mıntıkası, Büyük Kürt Ayaklanması yerine Şex Said ve arkadaşlarının esir düşürülmesinde kulanılmıştır. 15 Nisan 1925 günü Şex Said ve arkadaşları Varto’ya birkaç kilometre mesafede olan Abdurrahman Paşa Köprüsü yakınlarında esir alındıkları, 28 Haziran 1925 günü ise Diyarbakır’da idam edildikleri kürt tarihi sayfalarında yazılıdır.

1930-1970’li yılları arasında Kürdistan’ın her yerinde olduğu gibi devlet terörü Varto’da da sürekli estirilmiştir. Fakat devletin tüm zor ve baskılarına rağmen Varto yine boş durmamıştır. O dönemlerde yeni yeni gelişen Rizgarî, Ala Rizgarî gibi Kürt Örgütleri Varto’da aktif bir şekilde faal olmuş, devlete paralel yapıları ortaya çıkarmışlardır. Bu duruma karşı ise Türk Devleti yine kirli senaryolar geliştirmiştir. İkinci bir Maraş Katliamını yaşatmak için, Varto’da birlikte ve kardeşçe yaşayan Alevi ve Sünniler arasında çelişkiler yaratmaya çalışmıştır. Devletin tüm uğraşlarına rağmen öyle bir çelişki hayat bulamamış, Kürtler ile Ermeniler birlikte yaşadıkları gibi, Alevi Kürtler ile Sünni Kürtler de birlikte yaşamaya devam etmiş, devletin kirli oyununa gelmemişlerdir.

Varto’nun bu tarihi geçmişi ve özelliğinden dolayı 1970’lerde ortaya çıkan Apocular Hareketi de bölgede çok sayıda kadro çıkarmıştır. Bu konuda da Alevi ve Sünni ayırımı yaşanmamış, her iki kesimden de benzer katılımların olduğunu söylemek mümkündür.

Yukarıda kısaca Varto’nun tarihine değinmemin sebebi ; geçen günlerde (14-16 Ağustos) yaşanan direnişin tarihsel ve sosyolojik sebeplerinin daha iyi anlaşılabilmesi içindir. Ne Türk Devletinin Varto’ya yaklaşımı tarihten kopuktur, nede orada yaşanan direniş tarihi geçmişten kopuktur. Türk Devleti, nasıl ki bilinçli bir şekilde Şex Said ve arkadaşlarını başka yerde değil de özellikle Varto’da esir almış ise, bugün de aynı devletin özel timleri Şehid düşmüş bir Kadın Gerilla’ya karşı insanlıkdışı muamelede bulunmuştur. Orada verilmek istenen mesaj Varto Hakına olmuştur. Ve Varto ise, kısa süreli de olsa, bu insanlıkdışı yaklaşıma karşı gereken duruşu sergilemiştir. Varto kendi geçmişine uygun davranmış ve direnmiştir.

14-16 Ağustos tarihlerinde yaşananlar daha planlı ve örgütlü olabilirdi, ancak oradaki koşulların kolay olmadığını, istenen eylem ve hareketin zamanında ve yerinde olması konusunda çok ciddi engellerin olduğunu biliyoruz. Şimdiden görülüyor ki 14-16 Ağustos 2015 kendisiyle sınırlı kalmayacak, devamı olacaktır.

Varto’da yaşanan direnişin Kürdistan’ın birçok yerinden selamlanması, hele hele Kürt Kadınlarının oraya giderek sesini yükseltmesi anlamlıdır. Yine Şehid Ekin Wan’a (Kevser Eltürk) yapılan insanlıkdışı muameleye karşı Türkiye’nin birçok yerinde tepkilerin gelişmesi de önemlidir. Böylesi bir insanlıkdışı muamele Türk Halkı tarafından da kabul edilmemiştir.

Ahmet DERE / 18/08.2015

10 Ağustos 2015 Pazartesi

AKP Savaşı


7 Haziran seçimleri Türkiye’de yeni bir sürecin başlangıcı olmuştur. Aradığını bulamayan, seçimlerde büyük bir yenilgi alan Recep Tayip Erdoğan ve partisi AKP, önceden düşünülmüş, plan ve programı yapılmış savaş konseptini devreye sokmuştur. Aslında 20 Temmuz, yani Suruç Katliamı beklenmeden bu savaş konsepti devreye girecekti fakat çeşitli nedenlerden dolayı 20 Temmuz’a kadar beklendi. Suruç Katliamı ile birlikte AKP-Devlet ortak bir akıl (bana göre akılsızlık) ile harekete geçerek bilinen olay, yani Ceylanpınar’da iki polisin öldürülmesi yaşanmış ve bu adım savaş konseptinin başlangıcı yapılmıştır. Ve o günden beri savaş devam ediyor, hemen hergün Kürdistan ve Türkiye’nin birçok yerinde insanlar hayatını kaybediyor, cenazeler ülkenin her tarafına gidiyor. AKP’nin koltuk sahibi olan gangsterleri ve bu guruhun iktidarından rant edinen elit kesim dışında, hayatını kaybedenler arasında Türkiye’de yaşayan her halk ve kesimden insanlar vardır. Dolayısıyla yaşanan bu savaş halklarımıza zarar vermektedir. HDP’nin « Size bu çok istediğiniz savaşı yaptırmayacağız » demesi hem çok doğrudur ve hemde her vijdanlı tarafından desteklenmelidir.

Türkiye Halkları bu durumu haketmemektedir. Ne varki bu gidişle AKP Türkiye’yi daha büyük bir kaosun içine sokacaktır. 13 yıldır iktidarda olan AKP varlığını üzerine oturduğu koltuklara bağlamış, dolayısıyla kaybetmemek için gözü kara bir şekilde etrafına, halklarımıza saldırmaktadır. Türk-Kürt savaşını körükleyerek amacına ulaşmayı hedefleyen AKP buna mani olan herşeyi yıkmak istemektedir. Bu çerçevede iktidar olamasını engeleyen tek nedeni HDP’nin barajı geçmesine bağlıyor -ki öyledir- dolayısıyla kendine göre cezasını kesmektedir. HDP şahsında cezayı Kürt Halkına kasmek istemektedir. Sanmıyor ki Kürt Halkının gördüğü cefanın aynısını bir cümle Türkiye halkları da paylaşmaktadır. Zira karşısında savaştığını ilan ettiği PKK sıradan bir güç olmayıp geniş bir halk kesimi tarafından desteklenen ve kendisine atılan her bombaya karşılık olarak etkin eylemler yapabilmektedir.

AKP + MHP ikilisi süren bu savaşın gölgesinde erken seçimlere gitmeyi planlıyorlar. Yapılacak olan seçimlerde HDP’nin TBMM dışında kalacağını hesaplıyorlar. Ancak hesapları tutmayacaktır, bu savaşa karşı yavaş yavaş milliyetçi olarak geçinen ve şimdiye kadar oyunu AKP ve MHP’ye veren çevrelerden de karşıt sesler yükselecektir. AKP’nin bu savaş  konseptine karşı daha geniş bir Demokratik Halklar Cephesinin zemini oluşuyor ve « Barış İstiyoruz » sesleri daha da yükselecektir. Zira ne Türkiye eski Türkiye’dir ne de Kürtler ve dostları eski durumdadırlar. Bazıları ‘AKP 1990-1994 yıllarında yaşanan sürecin aynısını yaşatıyor’ deseler de öyle olmayacaktır, Türkiye’nin gerçekliği ona pek de müsait değildir. Fazla uzun sürmeden Savaş Konseptine karşı Barış Konsepti gelişecektir. 9 Ağustos’ta İstanbul’da yapılan Barış Mitingi de bunun bir örneği ve göstergesidir.

Yukarıda belirtiğim gibi, AKP’nin savaş konsepti bir yere kadar sürebilir, ancak amacına ulaşması mümkün değildir. Yeni bir seçim olursa mevcut oylarını bile alması çok zor gibi görünüyor. HDP’yi baraj altında bırakma girişimi ve esas amaçları da tutmayacaktır. HDP’nin mevcut duruş ve tavrını devam etmesi durumunda, yani sürekli Barış ve Kardeşliği esas alan uslübünü bozmadan devam ederse, şimdiye kadar HDP’ye oy vermemiş, ancak yaşanan bu savaştan bıkmış ve ona karşı olan kesimlerden de oy alabilir. 20 Temmuz’dan beri geçen 20 günlük zaman dilimi içerisinde yaşananlar, konuşulanlar ve ortaya çıkan tablo bunun çok açık göstermektedir.

Türkiye’de yaşanan bu genel durum herkesi, hepimizi üzmekte ve birçok kesimleri belli bir dereceye kadar da karamsarlığa itmektedir. Ancak ‘batan her güneşin bir de doğuşu vardır’ ve ‘her kışın bir de baharı vardır’ derler ya, işte tam da bu dönemde bu sözlerin herkes tarafından hatırlanması gerekiyor. Türkiye ve Kürdistan üzerinde dolaşan karabulutlar birgün dağılacaktır, dağılmak zorundadır. Bunu sağlayan yegane güç halklarımızın sağduyulu yaklaşımıdır. Her zamankinden daha fazla Türkiye Halklarının ortak bir tavırla « Savaşa Hayır » demesi anı gelmiştir. HDP Halklarımızın bu ortak tavrına tercümanlık yapıyor olması hem önemlidir ve hemde yapılacak olan seçimlerde kendisine daha fazla güç kazandıracaktır.

Yazıma nokta koymadan önce Avrupa Birliği ile ilgili de şunu vurgulamak isterim ; 20 Temmuz’dan sonra, özellikle türk ordusunun PKK’ye karşı yaptığı hava saldırıları konusunda AB üyesi bazı ülkeler Türkiye’yi elleştiren açıklamalar yaptılar, yapmaktadırlar. Oysa ayni ülkeler NATO toplantısında bir cümle türk ordusunu destekleyen ortak açıklama yaptılar. Yani sözkonusu biz Kürtler olunca AB’nin yaklaşımı sürekli değişken oluyor, diğer bir ifadeyle ikiyüzlü oluyor. Bu yaklaşımıyla AB’nin Türkiye veya Türk Hükümetinin yanında yer aldığı biçiminde anlamamak gerekir, onların esas amacı Türkiye’nin girdiği kaosu daha da derinleştirmektir. Bu gerçekliği en fazla da Türk yetkililerinin anlaması lazım. AB’nin bu yaklaşımı yeni değildir, daha önceden varolanın bir tekerürüdür.

Ahmet DERE  /  09.08.2015