7 Temmuz 2013 Pazar

Tıkanan Süreç

Bu yılın Newroz Bayramında başlatılan süreç yeni bir safhaya girmiş bulunmaktadır. Gerillanın geri çekilmeyi sona doğru götürdüğü bu günlerde, süreçle ilgili Türk Devletinin gerçek yüzü de giderek netleşiyor. Türk Ordusunun Kürdistan’daki faaliyetleri yeni bir savaş atmosferini yaratmakla birlikte, sözkonusu ‘Çözüm Süreci’ni de çıkmaza sürüklüyor. Newroz’dan sonra yaratılan umut yavaş yavaş kaybolup yerini ciddi bir karamsarlığa ve belirsizliğe bırakıyor.

Adına ‘Demokratik Çözüm Süreci’ denilen süreç başladığında ben ‘sıfır taleple başlatılan bir süreçtir’ demiştim. Yani bizzat Sayın Öcalan tarafından ve tamamen onun inisyatifinde tek taraflı olarak atılan bir adım olmuştu. Türk Devletinin bu adıma karşı çıkmaması, onu dolaylı olarak olumlaması çok normaldir ve tanıdığımız devletin politikasının bir parçasıdır. Ben sürecin sıfır taleple başlatıldığını yazdığımda, ne var ki bazı arkadaşlar karşı çıkmışlardı, PKK’nin talepleri devlet tarafından kabul gördüğünü, yavaş yavaş hayata geçirileceğini söylemişlerdi. Oysa ki çok geçmeden Sayın Öcalan’ın kendisi bu süreci tek taraflı ve kendi inisiyatifinde başlattığını deklare etti. Yani devlet ile müzakere ederek üzerinde anlaşıldığı herhangi bir yol haritasının sözkonusu olmadığı İmralı tarafından da teyit edilmiş oldu.

Herşeyden önce şu hususları iyi not etmemiz lazım ; Türk Devleti ne PKK ile ne de Sayın Öcalan ile açık bir şekilde müzakere masasına oturmuş değildir, dolayısıyla ortak bir çözüm süreci de geliştirilemez. Tanıdığımız bu devlet ezelden beri Kürtleri sadece kendi çıkarları sözkonusu olduğunda ‘muhatap’ almıştır. Devletin çıkarları sağlandıktan sonra Kürtler ‘muhatap’ olmaktan çıkmıştır. Bu nedenle Newroz’dan sonra başlatılan süreci yapılan bir müzakere sonucu ortaya çıktığını söyleyemeyiz.

Bugünlerde BDP tarafından yapılan eylemlerde « Devlet verdiği sözü tutsun, adım atsın » sloganı atılmaktadır. AKP yetkilileri ise « Biz kimseye söz vermedik » biçiminde cevap vermektedirler. Benim AKP yetkililerine diyecek bir şeyim yok, zira onların nasıl bir mentaliteye sahip olduklarını biliyorum. Ancak BDP yetkililerine şunu sormak ve talep etmek istiyorum ; Eğer devletin veya AKP’nin verdiği bir söz varsa lütfen açıklayın ki biz de öğrenelim. Ne gibi sözlerin verildiğini açıklamadan « Devlet verdiği sözü tutsun, adım atsın » demenin pek anlaşılır bir yanı yoktur.

Sürecin geldiği noktada BDP’nin üzerinde ağır bir yük vardır. Zira BDP’li yetkililerin yaptıkları açıklamalar sonucu Newroz’dan sonra « iyimser » bir hava yaratılmış, Kürtlerde umutlu bir beklenti oluşmuştur. Unutmamak gerekir ki Sayın Öcalan’ın söylediklerini kamuoyuna yansıtan sadece BDP’liler olmuştur. AKP ile diyalog içerisinde olan ve onun yaklaşımlarını Kandil’e yansıtan da yine BDP’lilerdir. Bu nedenle sözkonusu sürecin negatif sonuçları karşısında kendisini sorgulaması gereken bir kurum varsa o da BDP’dir.

Şimdi ne olacak ? Bir taraftan « Silahlı mücadele süreci miyadını doldurmuştur, artık silahlı mücadeleyle birşey elde edilemez » denmiş ve gerillanın önemli bir kısmı Kuzey’den çekilmiş, diğer taraftan da Türk Ordusu Kürdistan’daki karakollarını daha da güçlendirmekte ve oradaki varlığını daha kalıcı hale getirmektedir. Devletin bu yaklaşımına karşı PKK yeniden silaha sarılabilir mi ? Eğer PKK tekrar silahlı mücadeleyi geliştirirse o zaman Kürtlerde bir karşılık bulabilir mi ? Yapılan açıklamalar ve yaratılan bunca umuda rağmen yeni bir silahlı mücadele olumlu bir sonuç yaratabilir mi ? Bu konularda ben pek iyimser olmadığımı belirteyim.

Newroz’da başlatılan süreç İmralı’nın inisiyatifiyle ortaya çıktığını dikkate aldığımızda tıkanan bu sürecin aşılması da yine İmralı tarafından gerçekleşeceğini düşünüyorum. Türk Devleti ve onun siyasi temsilcisi AKP’nin yaklaşımları ne kadar olumsuz olursa olsun Sayın Öcalan’ın silahlı mücadeleye yeniden başvurmaya müsaade edeceğini beklemiyorum. Newroz’da yapılan açıklamanın gerçekçi olduğunu ve bundan sonra yeni bir mücadele yönteminin geliştirilmesi gerektiğini hem Sayın Öcalan biliyor ve hemde azıcık da olsa sağlıklı düşünebilen herkes anlamaktadır.

Aslında en fazla zorlanmanın yaşandığı nokta yeni bir mücadele yönteminin geliştirilmesi hususudur. Daha önceki yazılarımda « Zihniyetin demokratikleştirilmesi»’nden söz etmiştim, işte bu noktada ciddi bir sancılı sürecin eşiğindeyiz. Bu zorlanma hem Türk Devletinin değişik müeseselerinde  ve hemde PKK ve ona yakın olan kurumlarda yaşanmaktadır. Zihniyetinde demokratik bir değişimi yaşayamayan ne bir devlet başarılı olabilir ne de bir örgüt veya halk hareketi. Bana göre Kürt Sorununun en doğru çözümü ancak iki taraflı demokratikleşmeyle mümkündür, aksi halde dünya dönerken Türkiye ve Kuzey Kürdistan yerinde sayacaktır.