20 Şubat 2011 Pazar

Derin Komplo Süreci ve Şıvan Perwer

Kürtlerin tarihi komplolarla doludur. Bazen Kürtler kendi kendilerini tasfiye etmek için komplolar geliştirmişler, bazen de sömürgeci güçler, « böl yönet » politikası gereği, kendilerine karşı engel olarak gördükleri Kürtleri bertaraf etmek için komplo senaryolarını devreye sokmuşlar. Tüm bu senaryoların hayata geçirilmesinde rol oynayan temel unsur Kürtler olmuştur.

Yakın tarihimizde yaşanan ve Uluslararası Komplo olarak bilinen 15 Şubat Komplosunun arka planında da yine Kürtlerin rolünü görmek mümkündür. Abdullah Öcalan’ın yakalanmasıyla, PKK’nin dağılacağı yönündeki düşüncelerin geliştirilmesinde de, yine kürt unsurlarının rolü vardır. 15 Şubat’tan sonra PKK’nin dağılmadığı görülünce, bu sefer ek komplo senaryoları devreye sokulmuştur; Imralı ile Kandil arasında çelişkiler geliştirerek, yavaş yavaş silahlı gücün etkisini kırmak. Bu çabanın sonucu olarak, 2003 yılında PKK’den kopuşlar yaşanmış, yurtsever kürt kitlesinin kafasında derin çelişkilerin ortaya çıkmasına yol açılmıştır.

Başarılı olamayan her komplo senaryosuna bağlı olarak yeni yöntemler geliştirilmiştir. Ve, 15 Şubat’tan 12 yıl sonra, tekrar yeni ve daha derin bir komplo ile karşı karşıyayız. Özelde PKK’ye karşı, genelde de tüm Kürt Özgürlük Mücadelesine karşı yeni bir komplo süreci başlamıştır. Geçmişte olduğu gibi, bu derin komplo sürecinde de yine baş figüran rolü Kürtlere verilmiştir.

Son günlerde bazı kürt internet sitelerinde, yazılı ve sözlü basın organlarında Şıvan Perwer ile ilgili tartışmalar yapılmaktadır. Şıvan’ın türk medyasına verdiği demeçler, Bülent Arınç ile görüşmüş olması ve TRT Şeş’e çıkması, önemli bir kürt kesimi tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Düşünce özgürlüğü gibi, tepki göstermek de, şiddet içermediği ve kişilik haklarına saldırı olmadığı müddetçe, evrensel bir insani haktır. Dolayısıyla, Şıvan’ın bu son yaklaşımlarına karşı gösterilen tepkilerin bir kısmı da haklı ve yerinde görülebilir. Ben kendim de, bırakın Şıvan gibi bir kürt sanatçısının, kendini kürt olarak bilen hiç kimsenin TRT Şeş gibi, asıl misyonu Kürtleri asimile etmek, kürt dilini ve kültürünü erozyona uğratmak olan bir kurumda çalışmasını tasvip edemem, bu tür yaklaşımlara sahip olanları kınıyorum.

Şıvan’ın bu son yaklaşımlarını, Derin Komplo Süreci’nin önemli bir parçası olarak görmek gerekiyor. 12 Haziran’da yapılacak olan seçimlerden galip çıkarak, üçüncü bir dönem hükümetini kurmak isteyen AKP, aynı zamanda Kürt Özgürlük Mücadelesine karşı da yeni bir süreci geliştirmeye çalışmaktadır. Bir taşla iki kuşu vurmayı amaçlayan AKP, Şıvan’ı ve onun gibi olabilecek kürt çevrelerini birer araç gibi kulanmaktadır. Gerek Şıvan, gerekse de O’nu destekleyen çevrelerin bir kısmı, AKP‘nin -buna türk devleti de diyebiliriz- amacının bilincinde olmayabilirler. Cehenemin yolu iyi niyet taşlarıyla döşelidir diye bir deyim vardır, dolayısıyla olayların bilincinde olup veya olmamak hiç bir anlam ifade etmez, önemli olan, hizmet edilen amacın ne olduğudur.

Gelelim Şıvan’a karşı tepki gösteren kimi kürt çevrelerinin yaklaşımlarına. Maalesef bu konuda da ciddi bir sorun, bilinçsizlik ve hatta, bunun da ötesinde, bir art niyet vardır. Bazıları Şıvan’a karşı tepki göstermekle PKK’ye ve ona yakın çevrelere şirin görünme çabasındadırlar. Bazıları da Şıvan’a karşı sert ve hakaret edici tavırlarda bulunarak ucuz kahramanlık taslamaktadırlar. Bunlar arasında türk ordusuna askerlik yapmış olanlar, Kürt Özgürlük Hareketine karşı her tür hakareti eden türk kurumları ve iş çevreleriyle çalışanlar, ne kendisi, ne de ailesinden hiç kimse, bir gün bile, Özgürlük Mücadelesinde yer almayanlar da bulunmaktadırlar. Böyle olanlar ile TRT Şeş’e çıkan ve orada çalışanlar arasında ne fark vardır diye sormak istiyorum. Bunlar arasında PKK’yi de komplonun içine çekmek amacında olanların da bulunmadığını nereden bilelim. Dolayısıyla, Şıvan’a karşı tepki göstermek de, PKK’yi savunmak da bir nitelik ve pozisyon gerektirir. Bu konuda söylenecek çok fazla söz var, ama anlayanlar için bu kadarı yeterlidir diye düşünüyorum.

Kürt Özgürlük Mücadelesine karşı geliştirilmeye çalışılan bu yeni ve derin komplo sürecinde tüm yurtsever Kürtlerin duyarlı olması gerekmektedir. Bu sürecin boşa çıkarılması, sadece Şıvan ve onun gibileri olanlara karşı tepki göstermekle mümkün olamaz. Bu sürecin hasasiyetine uygun olarak çok bilinçli hareket etmek daha önem arzetmektedir. Başta KCK, DTK ve BDP olmak üzere, Hak-Par, KADEP, KOMKAR ve diğer tüm kürt örgüt ve kurumları bu tehlikeli süreci boşa çıkarmak için duyarlı olmalıdırlar. Türk devletinin “böl yönet“ politikasına karşı, “bölünmeyiz, daha da bütünleşeceğiz“ şiarıyla hareket etmek kaçınılmaz olarak görülmelidir. Unutmamak gerekiyorki, komplocuların bir amacı da, Kürdü Kürde kırdırtmaktır, işte bu noktada onları boşa çıkarmak da bizim görevimizdir. Komplo değirmenine su taşımamak için, gerekirse Şıvan veya ona benzer gibi olaylar görmezden de gelinebilir. Bazı olaylar büyütüldüğünde daha fazla değer kazanmış olacaktır.

Ahmet DERE / 20.02.2011

6 Şubat 2011 Pazar

Arap Dünyası ve Çıkarılması Gereken Dersler

Büyük bölümü monarşiyle yönetilen Arap dünyasının Akdeniz kıyısındaki Tunus’ta, 17 Aralık’da başlayan halk isyanı, 23 yılldır ülkeyi yöneten Zeynel Abidin Bin Ali‘nin, 14 Ocak cuma günü ülkesinden kaçarak Suudi Arabistan’a sığınmasına neden oldu. Böylece, 23 yıllık iktidarı dört haftalık bir isyan sonucunda düşmüş oldu. Henüz ortalığın sakinleşmediği ve kaosun hakim olduğu Tunus’ta, az da olsa demokratik bir gelişmeye yol açabilecek imkanlar ve cesaret yaratıldığını söylemek mümkündür.

Tunus’tan sonra, aynı gelişmeler Mısır’da da yaşandı. 'Tunus virüsü' olarak adlandırılan halk isyanları, Mısır'da Mübarek rejimini zorlamaktadır. Bu yıl, iktidarının 30. yılını kutlamaya, tahtını oğluna devretmeye hazırlanan Hüsnü Mübarek, karşılaştığı halk isyanıyla son ve zor günlerini yaşamaktadır. Isyanların başladığından beri, göstericiler ile polis ve Mübarek yandaşları arasında meydana gelen çatışmalarda onlarca kişi ölmüş, yüzlercesi de yaralanmış ve binlerce gösterici ise gözaltına alınmıştır.

1981 yılından bu yana ilk defadır Mısır halkı yönetime karşı çıkma cesaretini göstermiştir. 30 yıldır Mısır’ı despot bir rejimle yöneten Mübarek’e karşı halkın ses çıkarmaması, hem arap dünyasına özgü bir gelenekten ötürü ve hem de, başta ABD olmak üzere, Batının sözkonusu bu ülkelere biçtiği misyondan kaynaklı olduğunu bilmekte fayda vardır. Arap dünyasında bugün meydana gelen isyanlara ilişkin destekleyici yaklaşım sergileyen Batılı güçler, geleceğe ilişkin de yeni projeler üretmektedirler. Şüphesiz Iran gibi güçler de ortaya çıkan bu tablodan faydalanmak isteyeceklerdir. Ancak, kim veya hangi güç olursa olsun, geliştireceği sistemde halkların özgürlük taleplerini ve onların minimum insani haklarına saygıyı esas almaları şarttır. Bu kural kendi geçerliliğini tüm çıplaklığıyla dayatmaktadır.

Tunus ve Mısır'daki isyanların harekete geçirdiği diger bir ülke ise Yemen olmuştur. Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih kamuoyuna açıklama yaparak, 2013’te yapılacak seçimlerde adaylığını koymayacağını belirtmiş olsa da, halkın değişim yönündeki talepleri azalmamakta, tam aksine daha da artmaktadır. Mısır’da olduğu gibi, Yemen halkı da monarşik ve totaliter rejimi yıkmada kararlı görünmektedir. Benzer bir durum Suriye ve Ürdün’de de yaşanmaktadır. Beşar Esad ve Ürdün kralı Abdullah, gelişebilecek halk isyanlarını engelemek amacıyla çeşitli reform vaatlerinde bulunmalarına rağmen, gelişmeler gösteriyorki, önümüzdeki günlerde bu iki ülke’de de isyanlar patlak verecekir.

Gelişen bu özgürlük ruzgarının eseceği ülkeler sırasında, Suriye, Yemen ve Ürdün’den sonra, Suudi Arabistan, Cezayir gibi ülkeler de vardır. Açılan bu yeni sayfa, salt arap dünyasıyla sınırlı kalmayıp, aynı zamanda tüm Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkelerinde de ciddi bir etki yaratacaktır.

Tunus ve Mısır'daki gelişmelere bakıldığında şunu görmek mümkündür; herşeyden önce, gelişen bu yeni durum, arap halkları açısından yeni bir tarihi sayfa olacaktır. Bundan sonra, ne Ortadoğu'daki diktatör rejimler eskisi gibi halkları yönetecekler, ne de Batılı güçler söz konusu bu ülkelere dayalı hegemonik hesaplarını rahat rahat yapacaklar.

Arap dünyasında yaşanan bu gelişmeler karşısında, Türkiye’deki halkların etkilenmemeleri düşünülemez. Yeni dünya koşullarında hiçbirşey demokratik ve insan haklarına aykırılığı kabul etmemektedir. Ister uluslararası bir güç olsun, ister sıradan bir ülke, isterse de herhangi bir parti veya örgüt olsun, demokratik, çağdaş ve bireyin özgürlüğüne değer vermeden varlığını koruması mümkün değildir. Günümüz dünyasında gelişebilmenin tüm yolları zihniyetin demokratikleşmesinden geçmektedir. Bu olgu, güç ve sistemler için geçerli olduğu kadar, bireyler ve sıradan kurumlar için de geçerlidir. Dolayısıyla, çağa ayak uydurabilmek için, herkesin ve her gücün bu obtikten bakması kaçınılmazdır.

Arap dünyasında yaşananlar Kürtleri de yakından ilgilendirmektedir. Gerek Güney Kürdistan Bölgesel Yönetimi açısından olsun, gerekse de Kuzey Kurdistanlı Örgüt ve Kurumlar açısından olsun, Arap dünyasındaki monarşik ve totaliter yönetim biçiminin bu akıbetinden çıkarmaları gereken bolca dersler bulunmaktadır.

Ahmet DERE / 06.02.2011