28 Mart 2010 Pazar

Kürtler ve Yazarları

Her toplumun en aydın, en saygıdeğer ve sağduyulu kesimi arasında yazarların yeri belirgindir. Yazar sadece yazan değil, aynı zamanda okuyan, araştıran, bildiklerini toplumla paylaşan ve belli düzeyde topluma öncülük etmeyi kendi görevleri olarak bilen şahsiyetlerdir. Her toplumun bağrında çıkan yazarlar o topluma ait değerleri de tanımak, ona saygı göstermek ve aynı zamanda onu korumakla da sorumludur. Burada yazarların sahip olması gereken vasıfları uzun uzadıya yazma gibi bir niyetim olmadığı için bu kadarı kâfidir.

Bu yazıda vurgulamak istediğim esas husus ; Kürt Yazarlarının içinde bulundukları durum ve halkın onlara olan yaklaşımıdır.

Bugün Kürt internet sitelerine, yayınlanan gazete, dergi ve kitaplara bakıldığında yüzlerce « köşe yazarına » rastlamak mümkündür. Giderek artan bu « köşe yazarları » arasında ne kadar nitelikli bir sayı olduğu noktasında ciddi bir muğlaklık olmakla beraber, bunun sevindirici olduğunu da özellikle vurgulamak istiyorum. Zira yazan bir insan aynı zamanda düşünendir, kafa yorandır ve tekrar yazabilmesi için az da olsa okumak zorundadır. Sömürgeci güçler tarafından Kürtler sürekli cahil bırakılmaya çalışılmış, Dünya’dan kopuk tutulmuştur. Çok bilinçli bir şekilde yürütülen bu politikaya karşı ne kadar okur-yazar olursak o kadar onu boşa çıkarmış oluyoruz. Dolayısıyla, niteliği ne kadar zayıf olsa da, artan kürt « köşe yazarları » insanı sevindirmektedir.

Yazmanın iyi olduğunu yukarıda belirtmişim, ancak yazarken mümkün mertebe hakaret etme anlayışından uzak olması çok önemlidir. Hele hele sömürgeci güçleri neredeyse hiç görmeyen, yazılarının içeriği sadece kendine göre uygun görmediği Kürt Örgütlerini elleştirme temelinde kurgulanan « yazarları » gördüğümde pek de sevindiğimi söyleyemem. Elleştiri, niyetten uzak, pozitif niteliği olduğu müddetçe iyidir ve faydalıdır, ancak biz Kürtlerde bu durum henüz genelleşmemiş, oldukça eksik yanlarla doludur. Bu noktada herkesin dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum. Sevinmemesi gerekenleri sevindirmeyelim.

Artan köşe yazarları kadar olmasa da kitap yazan, yani gerçekten yazar olan Kürtlerin sayısında da kısmi bir artış vardır. Fakat bu yazarlarımızın ciddi sıkıntıları da mevcüttür. Anlayış bazında bu kesimde yaşanan belli sorunlara paralel olarak halkın da onlara sahip çıkmada oldukça geri bir durum söz konusudur. Her halk yazarını bağrında çıkardığı gibi yazarlarını onları besler de. Her Kürdün evinde türkçe, arapça, farsça veya başka dillerde kitap bulmak mümkündür ama aynı evlerde kürtçe bulmak pek olağan değildir. Halbuki, özellikle sömürgeci güçlerin ısrarla bize karşı uyguladıkları politikaları boşa çıkarmak için de olsa, her Kürdün evinde daha fazla kürtçe kitabın bulundurulması, hergün kürtçe gazete okuması gerekiyor. Evine kürtçe kitap almayan birinin kendi ana dilini daha iyi öğrenmesi ve onun gelişmesi için katkıda bulunması da düşünülemez.

Son yıllarda eli kalem tutan, eksikleri çok da olsa, Kürtlerin sayısında yaşanan artış, daha çok yabancı dillerde yazanlardır. Kürtçe’nin zengin ve aynı zamanda zor bir dil olduğu bir gerçektir, fakat bu hiçbir zaman bizim kendi ana dilimizi yazmamamız, veya az yazmamız için bir gerekçe olamaz. Aynı durum okuyucular için de geçerlidir, ana dilimizin zor olmasını onun ne kadar zengin olduğunu bilerek ona yaklaşmamız ve öğrenmemizi bir görev olarak bilmeliyiz.

Kendi ana dilimizde yazdıkça, okudukça kendi yazarlarımızın da gelişmesine katkıda bulunduğumuzu bilerek yaklaşmamız gerekmektedir. Kitapları, makaleleri okunan bir yazar daha fazla güç alır ve yaratıcı olur. Bu nedenle diyorum ki ; kürtçe okuyalım, kürtçe yazalım ve çevremizi de buna teşvik edelim.

Not : Daha önce bu konuda kürtçe yazdığım için bu sefer de türkçe yazma gereğini duydum.

Ahmet DERE / 29.03.2010

19 Mart 2010 Cuma

Ahmet DERE'nin dördüncü kitabı Fransızca çıktı

Ahmet DERE'nin ilk Fransızca kitabı olan "Les Kurdes, la Turquie et les Forces Internationales" Han Yayınları tarafından çıktı. 310 sayfadan oluşan kitap analiz ve araştırma yazılarından oluşup aynı zamanda bir dokumanter niteliğindedir. Kurtlerle ilgili ilk defadır bu şekilde kapsamlı ve zengin bir kitap yayınlanıyor.

Nisan ayından itibaren Fransa ve Belçika'daki kitapevlerinde bulunur.

Ayrıca bu kitabı isteyenler şimdiden   farasin@hotmail.com   adresinden sipariş verebilirler.

11 Mart 2010 Perşembe

AB’nin Yapmak Istediği Nedir ?

Bir haftadan beridir AB’nin, Kürtlerle ilgili, gerçekten ne yapmak istediğini anlamaya çalışıyorum. Uzun bir süredir AB’nin çeşitli kurumlarının faaliyetlerini izliyen biri olarak, son bir haftadan bu yana Belçika, Fransa, Italya ve Almanya’da Kürtlere karşı yapılan baskınların kime, veya kimlere hizmet etme temelinde gerçekleştirildiğini henüz anlamış değilim. Bana göre bu baskınları gerçekleştirenler de ne yaptıklarını pek net olarak görememektedirler. Dolayısıyla herkesin kafasında birçok soru işaretleri bulunmaktadır.

Belçika makamlarına göre bu operasyonlar kendi iç hukukunu ilgilendiren hususlarla alakalı olarak gerçekleştirilmiştir. Bunu doğrulamak için de «üç yıldan beri Kürt kurumları izlenmektedir, varılan sonuç itibariyle bu operasyonlar gerçekleştirilmiştir» biçiminde açıklama yapmaktadırlar. Fransa ve Italya’da yapılanların da bununla bağlantılı olduğu gösterilmektedir. Ancak bu izahatın pek gerçekçi olmadığı aşikardir. Böyle bir mantık AB’nin kendi iç güvenlik hukukuna ve asayiş kriterlerine de uygun değildir.

Bu operasyonların ABD’nin isteği doğrultusunda yapıldığına gelince ; Herşeyden önce ABD ile Avrupa arasında göründüğü gibi bir birliktelik olduğuna pek ihtimal vermiyorum. Bu iki güç arasında çok iyi yürüyen bir ilişki düzeyinin olduğuna ilişkin genel bir kanı vardır, ancak, özellikle Ortadoğu, Balkanlar, Rusya ve Kafkasya ile alakalı konularda perde arkasında ciddi sıkıntıların yaşandığını bellirtmek lazım. ABD’nin bu alanlardaki çıkarlarıyla ilgili Avrupa’dan kolay kolay destek alamadığını, bu güçler arasındaki diplomatik kanalların dönem dönem sıkıntılı anlar yaşadığını görmek mümkündür.

Türkiye’nin AB’ye girisi konusunda da ABD ile Avrupa Birliği arasında ciddi politik farklılıklar bulunmaktadır. Türkiye’nin adaylığı ABD tarafından çok arzulandığı bir gerçektir, ancak aynı durum AB’nin merkez güçleri tarafından istenmediğini de biliyoruz. Dolayısıyla bu iki gücün yaklaşımı arasındaki farklılık hem Türkiye ve hem de Kürt sorunu ile ilgili politikalarına da yansımaktadır.

Yukarıda vurguladığım hususları dikkate aldığımda, bugünlerde Avrupa’daki Kürt Kurumlarına karşı yürütülen operasyonların ADB siparişiyle yapılmadığını düşünüyorum. Bu operasyonlar olsa olsa Türkiye’nin AB’ye girmesine karşı olup ama onu uzaklaştırmak istemeyenlerin isteğiyle Belçika’ya yaptırılmaktadır. Fransa, Italya ve Almanya’da yaşanan tutuklamaların da Belçika’nın isteği üzerine gerçekleştirildiği izlenimi verilmektedir. Geçmişte Kürtlere karşı operasyon yapmada Almanya’ Ilgiltere, Fransa gibi ülkeler görev alırken, bu sefer ise aynı görev Belçika’ya verilmiştir. Bunun nedenlerinden bir tanesi de, 19 Kasım 2009 tarihinde AB Konseyi’nin ilk Başkanlığına Belçika eski Başbakanı Herman Van Rompuy’un seçilmiş olmasıdır. Yani AB’nin çıkarları için gerekirse hukuk dışına da çıkmalısınız biçiminde bir görevdir verilen.

Olayın temel amacı Belçikalı yetkililer tarafından da pek anlaşılmış olduğunu tahmin etmiyorum. Hiçbir hukuki dayanağı olmayan, tamamen haksız bir saldırı olan bu operasyonun iç yüzü yakında daha iyi anlaşılacaktır. Bu haksız saldırıya karşı ise Kürtlerin tepkisi olması gereken şekilde gelişmiştir. Daha da gelişecek olan tepki ve verilecek hukuki mücadeleyle hem Belçikalı ve hemde AB yetkilileri geri adım atmak ve Kürtlerden özür dilemek zorunda kalacaklardır.

Bu saldırılar ne ilk olmuştur ne de son olacaktır. Ortadoğu gibi dünyanın önemli merkezinde kendine yer edinmiş olan ve mücadelesini geliştiren Kürtler bu tur haksız saldırılarla da mücadele etmek zorundadır. Eğer kuralına göre mücadele edilse, hem hukuki ve hemde politik alanda kazanacak olan Kürt Halkı olacaktır, bunda kimsenin şüphesi olmasın.

Ahmet DERE / 11.03.2010