16 Ağustos 2012 Perşembe

Şemzînan ve Hüseyin Aygün

Temmuz ayının sonu ve Ağustos ayının ilk haftasında Şemzînan’da gerilla inisiyatifinde ciddi bir eylemsellik yaşandı. İki haftadan daha fazla bir zaman bölge kısmen gerillanın denetiminde kaldı. Türk devleti yaşanan gerçekliği kamuoyundan gizlemek için bölgeye giriş-çıkışları yasakladı. Fakat gelişen teknoloji ve iletişim araçları Şemzînan’da yaşanan savaşın ve orada olup bitenlerin gizli kalmasına olanak tanımadı.
15 Ağustos’un 28. yıldönümünde  yapılan bu eylemsellik önemli bir anlam ifade etmektedir. Her şeyden önce 28 yıldır aktif bir gerilla savaşının yaşandığını, türk devletinin tüm imkanlarını seferber etmesine rağmen gerillayı tasfiye etmediğini ve halktan koparmadığını, dolayısıyla yeni katılımları da engeleyemediğini ispatlamıştır. Yine Şemzînan göstermiştir ki gerekirse bu savaş daha da uzun sürebilmektedir. Siyasal çözüm süreci devreye girmediği müddetçe türk devletinin bu savaşı sona erdirme gücü ve kuveti bulunmamaktadır.


28 yıldır Kürdistan’da bir savaş yaşanmaktadır, elbette bu savaşın en ağır yükünü Kürt Halkı omuzlamıştır. Bu süreç içerisinde binlerce evladını şehid vermekle birlikte, on binlerce kişi yıllarca cezaevlerinde kalmış, binlerce kişi yaralanmış, sakat kalmış, aileler zorunlu göçe tabi tutulmuş, güzelim köyleri yakılmış, yıkılmış, Kürdistan doğası zehirli gazlarla bombalanmış vs, vs. Bu kadar yıldır toprakları üzerinde savaşın yaşandığı Kürdistan halkının rahat bir gün geçirmediği bir gerçektir. Bu sadece Kürt Halkı cephesinden bakıldığında görülen gerçeklikler, bir de Türk Halkı cephesinden olaya bakılırsa, Kürdistan’da olduğu kadar olmazsa da, orada da cidddi bir maddi ve manevi zayiatın olduğu bir gerçektir.


« Türkiye Türklerindir », « Herşey Türkiye için » zihniyeti egemen olduğu bir coğrafyada böylesi bir savaşın sürmemesi için bir neden yoktur. 15 Ağustos 1984’ten beri Türkiye’de hükümet olmuş tüm partilerin yetkilileri, bir aşağı, iki yükarı aynı tarz bir siyasetle Kürt Sorununa yaklaşmışlardır. 2002’de iktidara gelen AKP ilk başta biraz farklı olmaya çalışmış olsa da, süreç içerisinde egemen zihniyetin temsilciliğini yapma konusunda kimseye papuç bırakmamıştır. Mevcut durumda Recep Tayip Erdoğan’ın uslübü, 1984’ten beri gelmiş, geçmiş tüm Başbakanlarınkinden daha beter bir hal almıştır. Bu nedenle AKP’den barış konusunda beklenti sahibi olanların sayısı asgari düzeye duşmuştur. AKP’nin Kürt Sorununa yaklaşımı nedeniyle 10 yıllık iktidarı döneminde yaptığı olumlu icraatlarını da fazla kimse görmemekte, veya pek anlamlı olmamaktadır.


AKP ya Kürt Sorunu konusunda kendini çok ciddi manada gözden geçirip cesaretli adımlar atacak ya da bu sürecin ağırlığı altında ezilecektir. Suriye konusundaki çapsız dış politikasını da buna eklersek, önümüzdeki iki yıllık süreç içerisinde yapılacak olan Parlaşento ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AKP iyi bir ders alacaktır. Ne var ki böylesi bir tabloya sahip olan Türkiye’de AKP’nin zayıflaması Demokrasi Cephesini güçlendirmeyecek, daha ziyade ırkçı ve milliyetçi cephenin değirmenine su akıtılmış olacaktır. Türkiye’deki egemen zihniyet bir iktidar gücü tarafından değişime uğratılmadığı müddetçe daha aşırı tarafa kaymaya yatkındır. Bu durum tüm Türkiye halkları için oldukça tehlikelidir.


Önce Şemzînan Eylemselliği, sonra da Dersim Milletvekili Hüseyin Aygün’ün gerilla tarafından gözaltına alınıp 48 saat sonra serbest bırakılması çok iyi gösteriyor ki bu yıl ve gelecek yıllarda savaş ve onun metodları daha da gelişip farklı bir hal alacaktır. Bir milletvekilini veya başka milletvekillerini gözaltına almada Hüseyin Aygün’ün iyi tespit edildiği bir isim olmadığını söylemekle birlikte, bu tür uygulamaların doğal olarak karşılanması gerektiğini düşünüyorüm. KCK Operasyonları kapsamında, veya genel olarak Kürdistan’da suçsuz olarak yıllarca cezaevinde tutulan binlerce insanın olduğunu düşündüğümüzde, varlığı işgalci olarak görülen türk devletini temsil eden yetkililerin gerilla tarafından gözaltına alınması normal görülmelidir. Gerilla açısından şimdiye kadar bu uygulamaların yapılmamış olması bir eksikliktir. Zira, gerilla ile türk devleti birbirinin varlığını meşru görmeyip savaş halinde olan iki güçtür. Nasıl ki bir gerilla veya ona yardım eden veya hizmetinde olan birileri devlet tarafından gözaltına alınıp mahkeme ediliyorsa gerillanın da benzer uygulamaları olacaktır. Ne var ki şimdiye kadar TBMM üyesi olanlara karşı böylesi bir uygulama olmamışken yapılan ilk eylemin hedefi Hüseyin Aygün gibi biri olmuştur. Bu nedenle bazı kürt kurumları tarafından da tepki gösterilmiş ve serbest bırakılması için çağrı yapılmıştır. Öyle sanıyorum ki eğer gözaltına alınan kişi iktidar partisinden bir milletvekili olmuş olsaydı, özellikle Kürtler cephesinden benzer bir yaklaşım gösterilmezdi. Burada bu noktayı özellikle hatırlatmak istedim.


Büyük Ortadoğu Projesinin yavaş yavaş son şeklini aldığı dönemde artık hiç bir güç Kürt Halkının varlığını ve onun gücünü dikkate almamazlık edemez. ABD’nin Yeni Ortadoğu Projesinde PKK’nin olmaması mümkündür ama Kürtlerin olmaması düşünülemez. İran’ın da yeni yaklaşımında adeta Pers-MED Konfederasyonu dönemini hatırlatan bir uslüp kulanması önümüzdeki süreçte Kürt Gerçekliği eksenine yeni bir ivme kazandıracaktır. Böylesi bir tabloda Türkiye’nin yeri oldukça kaygan olacağını şimdiden görmek mümkündür.
 
 
Ahmet DERE  /  16.08.2012