31 Ocak 2015 Cumartesi

Hoşgörü



Din, dil, ırk farkı yapmadan tüm insanların birlikte yaşadığı bir dünya yaratmak bizim elimizde. Hiç bir dinde insanları birbirinden üstün görme hakkı kimseye verilmediği gibi, tüm dinlerin ortak değerlerinden biri de ‘bir cana kıymak tüm insanlığa kıymaktır’.

Avrupa’nın kalbi konumunda olan Paris’te, 7 Ocak günü Mizah Dergisi Charlie Hebdo’ya karşı yapılan hunharca saldırı tüm dünyanın gündemini meşgül etti. Üzerinde bir ay geçmiş olmasına rağmen halen gündemin taze maddelerinden biri olan bu olay 2015 yılı boyunca konuşulmaya devam edeceğini tahmin etmek zor değildir.

Charlie Hebdo saldırısı, birçok açıdan bardağı taşıran son damla olmuştur. Başta Ortadoğu olmak üzere küremizin her tarafında din, dil, ırk, renk vbg farklılıklara tahamül edilmemesi insanlığın yüzyüze olduğu ciddi bir tehlikeye işaret etmektedir. Vahşi kapitalizmin dünyaya empoze ettiği parametreler beraberinde küresel anlamda toplumu tehdit eden yaraları açmıştır. Geçen yıldan beri, başta Kürtler olmak üzere, Arap, Türkmen ve Ortadoğu’daki diğer halkların başına müsallat olan DAİŞ çeteleri bu yaralardan beslenen kurtlardan biridir.

DAİŞ çetelerinin Ortadoğu’da yarattığı tehlikenin ABD, AB ve diğer küresel güçlerin de çıkarlarına zarar vermesiyle beraber dünyada genel bir uyanış kıpırdanması sözkonusu olsa da esasta Charlie Hebdo saldırısından sonra bu yönde yeni bir süreç başlamıştır. 11 Ocak’ta başta Paris olmak üzere Fransa ve dünyanın birçok yerinde yüzbinlerce insanın bir araya gelerek yürümesi insanlığın ne düzeyde bir tehlike ile karşı karşıya olduğunu göstermektedir. Vahşi Kapilaizm diye adlandırdığımız gücü oluşturan devletlerin zirvesinde sorumluluk üstlenenlerin de bu konuda harekete geçmeleri bulunduğumuz noktanın ne düzeyde önem arzettiğini göstermektedir. Temel slogan : « Birlikte yaşama » ve « Hoşgörü » olmuştur.

Charlie Hebdo saldırısı ve sonrasında yaşananları dikkate aldığımızda küremizde hoşgörünün ne kadar yadsındığını ve ona ne kadar ihtiyaç duyduğumuzu daha iyi gördük. Avrupa’nın başkentlerinden biri olan Strasbourg’da karşılaştığımız duyarlı insanların büyük bir bölümünün yüreğinde bunu görmek, hisetmek mümkündür. Charlie Hebdo’ya saldırıyı gerçekleştirenler her ne kadar kendilerini musluman olarak lanse etmiş olsalar da duyarlı olan hiç kimse yapılan hunharca eylemi muslumanlara maletmemektedir. 11 Ocak günü yürüyen yüzbinlerce kişi arasında çok sayıda gerçek muslumanların olduğunu ve sözkonusu vahşeti lanetlediklerini biliyoruz ve gördük. Bilinçli olan her gayrimuslim de sözkonusu saldırıyı muslumanlara maletmemektedir.

Charlie Hebdo saldırısı dünyada yaşanan vahşetin küçücük bir parçası olsa da bize şunu iyi göstermiştir ; hangi dinden olursak olalım, hangi dili konuşursak konuşalım, hangi ırka mensup olursak olalım, rengimiz ne olursa olsun hepimizin birbirimize ihtiyacı vardır. Hiç bir dini inancın diğerine üstünlüğü olamadıği gibi hiç bir dilin, ırkın ve rengin de diğerine göre bir üstünlüğü yoktur, olamaz. Bu dünyada huzurlu ve onurlu yaşayabilmek için birbirimizi gerçekliğimizle kabulenmekle mümkündür. Hiç bir din diğerini altetmekle kutsalığını kanıtlayamayacağı gibi, hiç bir dil, ırk ve renk de diğerlerini inkar etmekle, yadsımakla yücelliğini kanıtlayamaz, geleceğini garantileyemez.

Dünyada en fazla hoşgörüye muhtaç bölgelerin başında Ortadoğu gelmektedir. Asırlardır bu bölgede din, dil ve ırk ayrımı yapılarak halklar birbirine karşı kulanılmaktadır. Bölgemizin gerçekliği olan Yahudilik, Hıristiyanlık ve Muslumalık inancı birbirine karşı kışkırtıldığı gibi Yahudi, Arap, Kürt, Türk, Ermeni, Asuri ve diğer haklar da birbirine karşı kışkırtılmış ve kulanılmıştır. Halbuki tüm dinler birbirinden esinlenerek geliştiği gibi tüm halklar da birbirinden yararlanarak gelişimini sağlamıştır. Hal böyle iken neden hoşgörü bir kutsal değer gibi görülüp benimsenmiyor ?

Ahmet DERE  /  31.01.2015

18 Ocak 2015 Pazar

Seçim Barajı ve HDP



Bu yılın Haziran ayında Türkiye’de yapılacak olan Genel Seçimler gelecek 5 yılın, ve hatta daha uzun bir süre Türkiye’nin kaderini belirleyecektir.  Dünyada gelişen yeni konjonktürü dikkate aldığımızda, 7 Haziran’dan sonra toplanacak TBMM’de yer alacak olan siyasi partiler Türkiye’yi kritik bir dönemden geçirecekler. Dolayısıyla bu ülkede yaşayan tüm halkların ve azınlıkların mecliste temsil edilmesi elzemdir.

AKP dördüncü kez iktidar olmak için hazırlıklarını yapmıştır. Eğer AKP’nin amacı yerine gelirse, Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir parti tek başına dördüncü kez iktidar olmuş olacaktır. Bu ihtimalin pek de uzak olmadığı bir gerçektir.

7 Haziran’dan sonra toplanacak olan TBMM ve AKP’nin kuracağı hükümetin temel görevlerinden biri Türkiye’yi ‘Başkanlık Sistemi’ne götürmektir. Bu sistemin oturtulmasıyla birlikte AKP’nin hayal ettiği ‘Yeni Türkiye’ yavaş yavaş şekil alacaktır. Bu gerçekliği dikkate aldığımızda Türkiye’de ciddi bir muhalefetin ne kadar gerekli olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor.

2002 yılından bu yana AKP’nin tek başına iktidar olmasında Türkiye’de muhalefetin olmayışının rol oynadığını herkes biliyor. CHP ile MHP’nin Türkiye’ye verecekleri hiç birşeyleri kalmamıştır. Dolayısıyla bu partilere bel bağlamanın hiç bir manası yoktur. Bu iki partiden hariç mevcut durumda HDP dışında TBMM’de temsil edilen başka bir parti olmadığı gibi, 7 Haziran’dan sonra da olmayacağını tahmin ediyoruz. Zira ortada CHP ve MHP’nin söyleminden farklı bir siyasi çizgiye sahip başka bir parti bulunmamaktadır.

Gerek AKP’nin Türkiye’yi götürmek istedigi noktaya baktığımızda, gerekse de mevcut muhalefetin zavalılığını dikkate aldığımızda 7 Haziran’dan sonra toplanacak olan TBMM’de HDP’nin güçlü bir varlık göstermesine ihtiyaç vardır. Bu sadece Kürt Sorunu açısından değil, Türkiye’nin geleceği açısından da çok önemlidir. Dolayısıyla 7 Haziran’da sadece Kürtler değil, Türkiye’nin demokratik bir geleceğe sahip olmasını isteyen herkesin güçlü bir HDP’li temsiliyetin TBMM’de varlık göstermesini arzulaması gerekiyor.

TBMM’de daha güçlü bir pozisyonda temsil edilecek bir HDP Türkiye açısından kilit bir öneme sahiptir. Türkiye gibi bir ülkede mecliste olmayan bir partinin muhalefet görevlerini yerine getirmesi pek düşünülemez. Aynı durum gelişmiş Avrupa ülkelerinde de geçerlidir. Örneğin Fransa Ulusal Meclisi’nde olmayan partilerin Fransa siyasetinde pek sözü geçerli olmuyor. Aynı şey AB’ye bağlı diğer ülkelerde de geçerlidir. Yani hatırı sayılır bir oy oranına sahip partiler eğer mecliste temsil edilmiyorsa sesini duyurmada cılız kalıyor, dolayısıyla kamuoyu nezdinde varlığı pek farkedilmiyor.

HDP’nin yetkili kurulları seçimlere parti olarak gireceklerini açıklamış durumdalar. Bu cesaretli bir çıkış olmakla birlikte, ciddi bir tehlikeyi de bağrında taşımaktadır. Eğer gerçekten HDP seçim barajını aşıp TBMM’ye parti olarak girebiliyorsa şimdiden HDP’li arkadaşları kutlamak lazım. Hepimizin temenisi, günün birinde HDP’nin (Benzer çizgide olan başka herhangi bir partinin) TBMM’de güçlü bir muhalefet partisi olması, hatta iktidar olmasıdır. Sadece Kürt olduğum için böyle düşünmüyorum, Türkiye haklarının yararını istediğim için böyle düşünüyorum.

HDP’nin parti olarak seçimlere girmesi aynı zamanda bir tehlikedir dedim. Evet, bu hem de ciddi bir tehlikedir. Hatta tehlikeden öte, milyonlarca insanın yıllardır verdiği mücadelenin sonuçlarını heba edecek kadar ciddidir. Parti olarak seçimlere girip de barajı aşamayan HDP bir anlamda varlığına da son vermiş olacaktır. Barajın altında kalan HDP’nin oylarının yüzde doksanı AKP’ye Milletvekili kazandıracaktır. Daha güçlü olacak olan AKP’nin bırakalım Kürt Sorununu çözmesini, Türkiye’yi demokratikleşmeye yakınlaştırabileceğini düşünmek hayaldir. Bu nedenle TBMM dışında kalan bir HDP, hem Kürtlerin yılardır verdiği mücadelenin vermesi gereken ürünü engelemiş olacak, hem de istediğini Türkiye’ye empoze etmesi için AKP’ye fırsat sünmüş olacaktır.

Sonuç olarak şunu söylemeliyim ; bu seçimler çok önemlidir, ister parti olarak seçimlere girilsin, isterse de bağımsız adaylarla, ne ve nasıl olursa olsun 7 Haziran’dan sonraki TBMM’de daha güçlü bir grupla HDP’nin siyaset yapması çok çok önemlidir. Türkiye’yi yakından izleyen ve HDP'nin gücünü bilen biri olarak şunu da söylemek istiyorum ; varolan mevcut tabloya baktığımda HDP’nin bağımsız adaylarla seçimlere girmesi daha makul ve yerinde olacaktır. Seçimlere henüz zaman vardır, umarım bu süreçte HDP’li arkadaşlar sağlıklı bir karar verir, yıllardır verilen mücadelenin, kısmen de olsa, heba edilmesine vesile olacak yanlış bir adımı atmayacaklardır.

Ahmet DERE  /  18.01.2015