Temmuz ayının sonu ve Ağustos ayının ilk haftasında Şemzînan’da
gerilla inisiyatifinde ciddi bir eylemsellik yaşandı. İki haftadan daha fazla
bir zaman bölge kısmen gerillanın denetiminde kaldı. Türk devleti yaşanan
gerçekliği kamuoyundan gizlemek için bölgeye giriş-çıkışları yasakladı. Fakat
gelişen teknoloji ve iletişim araçları Şemzînan’da yaşanan savaşın ve orada
olup bitenlerin gizli kalmasına olanak tanımadı.
15 Ağustos’un 28. yıldönümünde yapılan bu eylemsellik önemli bir anlam ifade
etmektedir. Her şeyden önce 28 yıldır aktif bir gerilla savaşının yaşandığını,
türk devletinin tüm imkanlarını seferber etmesine rağmen gerillayı tasfiye
etmediğini ve halktan koparmadığını, dolayısıyla yeni katılımları da engeleyemediğini
ispatlamıştır. Yine Şemzînan göstermiştir ki gerekirse bu savaş daha da uzun sürebilmektedir.
Siyasal çözüm süreci devreye girmediği müddetçe türk devletinin bu savaşı sona
erdirme gücü ve kuveti bulunmamaktadır.
28 yıldır Kürdistan’da bir savaş yaşanmaktadır, elbette bu
savaşın en ağır yükünü Kürt Halkı omuzlamıştır. Bu süreç içerisinde binlerce
evladını şehid vermekle birlikte, on binlerce kişi yıllarca cezaevlerinde kalmış,
binlerce kişi yaralanmış, sakat kalmış, aileler zorunlu göçe tabi tutulmuş, güzelim
köyleri yakılmış, yıkılmış, Kürdistan doğası zehirli gazlarla bombalanmış vs,
vs. Bu kadar yıldır toprakları üzerinde savaşın yaşandığı Kürdistan halkının
rahat bir gün geçirmediği bir gerçektir. Bu sadece Kürt Halkı cephesinden bakıldığında
görülen gerçeklikler, bir de Türk Halkı cephesinden olaya bakılırsa, Kürdistan’da
olduğu kadar olmazsa da, orada da cidddi bir maddi ve manevi zayiatın olduğu
bir gerçektir.
« Türkiye Türklerindir », « Herşey Türkiye
için » zihniyeti egemen olduğu bir coğrafyada böylesi bir savaşın sürmemesi
için bir neden yoktur. 15 Ağustos 1984’ten beri Türkiye’de hükümet olmuş tüm
partilerin yetkilileri, bir aşağı, iki yükarı aynı tarz bir siyasetle Kürt
Sorununa yaklaşmışlardır. 2002’de iktidara gelen AKP ilk başta biraz farklı olmaya
çalışmış olsa da, süreç içerisinde egemen zihniyetin temsilciliğini yapma
konusunda kimseye papuç bırakmamıştır. Mevcut durumda Recep Tayip Erdoğan’ın
uslübü, 1984’ten beri gelmiş, geçmiş tüm Başbakanlarınkinden daha beter bir hal
almıştır. Bu nedenle AKP’den barış konusunda beklenti sahibi olanların sayısı
asgari düzeye duşmuştur. AKP’nin Kürt Sorununa yaklaşımı nedeniyle 10 yıllık
iktidarı döneminde yaptığı olumlu icraatlarını da fazla kimse görmemekte, veya
pek anlamlı olmamaktadır.
AKP ya Kürt Sorunu konusunda kendini çok ciddi manada gözden
geçirip cesaretli adımlar atacak ya da bu sürecin ağırlığı altında ezilecektir.
Suriye konusundaki çapsız dış politikasını da buna eklersek, önümüzdeki iki yıllık
süreç içerisinde yapılacak olan Parlaşento ve Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde AKP
iyi bir ders alacaktır. Ne var ki böylesi bir tabloya sahip olan Türkiye’de AKP’nin
zayıflaması Demokrasi Cephesini güçlendirmeyecek, daha ziyade ırkçı ve
milliyetçi cephenin değirmenine su akıtılmış olacaktır. Türkiye’deki egemen
zihniyet bir iktidar gücü tarafından değişime uğratılmadığı müddetçe daha aşırı
tarafa kaymaya yatkındır. Bu durum tüm Türkiye halkları için oldukça
tehlikelidir.
Önce Şemzînan Eylemselliği, sonra da Dersim Milletvekili Hüseyin
Aygün’ün gerilla tarafından gözaltına alınıp 48 saat sonra serbest bırakılması
çok iyi gösteriyor ki bu yıl ve gelecek yıllarda savaş ve onun metodları daha
da gelişip farklı bir hal alacaktır. Bir milletvekilini veya başka
milletvekillerini gözaltına almada Hüseyin Aygün’ün iyi tespit edildiği bir
isim olmadığını söylemekle birlikte, bu tür uygulamaların doğal olarak karşılanması
gerektiğini düşünüyorüm. KCK Operasyonları kapsamında, veya genel olarak Kürdistan’da
suçsuz olarak yıllarca cezaevinde tutulan binlerce insanın olduğunu düşündüğümüzde,
varlığı işgalci olarak görülen türk devletini temsil eden yetkililerin gerilla
tarafından gözaltına alınması normal görülmelidir. Gerilla açısından şimdiye
kadar bu uygulamaların yapılmamış olması bir eksikliktir. Zira, gerilla ile türk
devleti birbirinin varlığını meşru görmeyip savaş halinde olan iki güçtür. Nasıl
ki bir gerilla veya ona yardım eden veya hizmetinde olan birileri devlet tarafından
gözaltına alınıp mahkeme ediliyorsa gerillanın da benzer uygulamaları olacaktır.
Ne var ki şimdiye kadar TBMM üyesi olanlara karşı böylesi bir uygulama olmamışken
yapılan ilk eylemin hedefi Hüseyin Aygün gibi biri olmuştur. Bu nedenle bazı kürt
kurumları tarafından da tepki gösterilmiş ve serbest bırakılması için çağrı yapılmıştır.
Öyle sanıyorum ki eğer gözaltına alınan kişi iktidar partisinden bir
milletvekili olmuş olsaydı, özellikle Kürtler cephesinden benzer bir yaklaşım gösterilmezdi.
Burada bu noktayı özellikle hatırlatmak istedim.
Büyük Ortadoğu Projesinin yavaş yavaş son şeklini aldığı dönemde
artık hiç bir güç Kürt Halkının varlığını ve onun gücünü dikkate almamazlık
edemez. ABD’nin Yeni Ortadoğu Projesinde PKK’nin olmaması mümkündür ama Kürtlerin
olmaması düşünülemez. İran’ın da yeni yaklaşımında adeta Pers-MED
Konfederasyonu dönemini hatırlatan bir uslüp kulanması önümüzdeki süreçte Kürt
Gerçekliği eksenine yeni bir ivme kazandıracaktır. Böylesi bir tabloda Türkiye’nin
yeri oldukça kaygan olacağını şimdiden görmek mümkündür.
Ahmet DERE /
16.08.2012