Son iki aydır Kürdistan’da savaş günlük hayatın bir parçası
haline gelmiştir. Her gün birkaç yerde eylemler gerçekleşmekte, can kaybı yaşanmaktadır.
Son iki ayın bilançosuna bakıldığında, gerek türk ordusunun açıklamaları gerekse
de gerilla güçlerinin verdiği sonuçlara göre, yaşanan can kaybı 3 rakamlık sayılarla
ifade edilmektedir. Türk Devleti yetkililerinin açıklamalarına bakılırsa
gerillanın kayıpları en az 500 olmuştur (Bu sayı bizzat Recep Tayip Erdoğan
tarafından açıklanmıştır). Yine aynı yetkililerin yaptıkları parçalı açıklamaları
bir araya getirdiğimizde en az 100 askerin hayatını kaybetiği anlaşılıyor. Diğer taraftan
PKK’nin açıklamalarına bakıldığında ise her iki tarafın kayıpları yüzün üzerindedir.
Buna bir de yaralıları ve sivil can kayıplarını da eklersek bilanço oldukça ağır
olmaktadır. (Burada yaşanan mal kayıplarını yazmaya gerek yoktur)
Biliniyor ki 1992-1997 yılları Kürdistan’da savaşın en fazla
yaşandığı dönemdir. Sözkonusu yıllarda gazetecilik yapan arkadaşlar ve gündemi yakından
takip edenler bilirlerki son iki ayda yaşanan savaşta meydana gelen can kaybı o
zamanınkinden çok daha ağırdır.
Son aylarda yaşanan savaş daha çok gerillanın inisiyatifinde
olurken, 20 yıl önceki savaş ise, kısmen de olsa türk ordusunun denetiminde
gelişiyordu. 1990’lı yıllar boyunca Türk Devleti sürekli « üç-beş
çapulcudur, yakında hepsini ezeceğiz, imha edeceğiz » biçimindeki açıklamalarla
milliyetçi ve ırkçı çevrelere moral veriyordu. 1999 yılında Abdullah Öcalan
esaret altına alındığında ise Türk Devleti yetkililerinin « Bitti, artık Türk
Devletine karşı baş kaldıran olmayacaktır » diyerek göbek attıklarına da
tanık olduk. 1990’lı yıllar boyunca Kürtlere karşı kirli savaşı geliştiren
devlet yetkililerinin esamesi okunmuyor olup çoğu siyasetten de tasfiye olsalar
da bugün AKP onların temsilciliğini yapmaktadır. Böyle giderse AKP’nin de akıbeti
onlarınkinden farklı olmayacağını görmek oldukça mümkündür.
Savaşın yol açtığı sonuçlar daha çok yıkım ve acı olduğunu
herkes kabul etmektedir. Ne var ki adaletsiz sistemler savaşı kaçınılmaz hale
getiriyor. Bizzat taraflar açısından da sonuçları kabul görmeyen savaşın ısrarla
sürdürüldüğüne de tanık oluyoruz. Gerek Türk Devleti yetkililerinin gerekse de
PKK’nin üst düzey yönetiminin açıklamalarına bakılırsa bu çelişki açıkça görülüyor.
Ancak sonuçları acı ve yıkımla dolu olduğu kabul gören bu savaşın sona ermesi için adil
olmayan sisteme son verme noktasında olması gereken yaklaşım ve çaba gösterilmemektedir.
Burada esas muhatabın Türk Devleti olduğunun altını çizmek lazım.
Sürdürülen bu savaş Türkiye’ye kazandırdığı bir değerin
olmadığını bilmek durumundayız. Acı ve yıkım dışında, Türkiye açısından olaya
bakılırsa, sürdürülen bu savaşla ancak oligarşik ve elit bir tabakanın ekmeğine
yağ sürülmektedir. Kürtler açısından olaya baktığımızda ise bu savaşın sonuçları
acılarla da dolu olsa, aynı zamanda kaçınılmaz olduğunu da vurgulamalıyız. Bu
nedenle tırmanan savaş Kürtlerin önemli bir kesiminde « moral »
yaratmaktadır. Bunu anlamayanlar varsa onlara azıcık da olsa kendilerini, değerlerine bağlı olan
dürüst Kürtlerin yerine koymalarını tavsiye ediyorum.
Son aylarda savaşın kızışması « Kürt
Sorununa Çözüm » konusundaki tartışmaların daha geniş yapılmasını da
beraberinde getirmektedir. Türk medyasına bakıldığında bu noktadaki ses tonu daha fazla yükselmiştir.
Fakat yükselen bu ses tonunda, eskiye nazaran daha fazla ırkçılık ve hatta faşizm
kokuyor. Tayip Erdoğan’ın binlerce kişiye hitap ederken « Son aylarda güvenlik
güçlerimiz 500 PKK’liyi öldürmüştür » dediğinde alanda yükselen alkış sesleri
bize Nazi Almanya’sının Führer’ini hatırlatıyor. Son iki aydır AKP ve MHP’nin çözümle
ilgili öne çıkardıkları temel husus daha fazla operasyon, daha fazla savaş,
dolayısıyla daha fazla acı, gözyaşı ve can kaybı olmaktadır. Bu yaklaşım çözümü
geliştirmez, tam tersine Türkiye’yi uçuruma doğru sürüklemektedir. Uçuruma sürüklenen
Türkiye biz Kürtlere de zarar verir elbette, fakat bizim daha da kaybedeceğimiz pek ciddi birşeyimizin olmadığını da herkes biliyor.
Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşundan beri Kürtler mücadele
etmektedirler. Kürt Halkının bu mücadelesine karşı Cumhuriyet tarihi boyunca
baskı ve şiddet yoluyla karşıllık verilmiştir. Resmi verilere göre şimdiye kadar 28 Kürt İsyanı
bastırılmıştır. Gelinen aşamada yanan isyan ateşinin ilk isyanın ateşinden daha
fazla gür olduğunu görüyoruz. Bu nedenle artık « Kürtlerin isyanı bastırılamaz »
gerçekliğinin kabul edilip tez elden demokratik bir çözüm sürecine başlanması
herkesin hayırına olacaktır. Böylesi bir süreçten dolayı kimse mağlup olmaz, özellikle
Türkiye ve halkları kazanacaktır.
Ahmet DERE / 18.09.2012