Suriye’deki Esad
önderlikli Baas rejimi ayakta durmak için tüm imkanlarıyla direniyor. Başka
seçeneği de yok.
Suriye’nin, özellikle Rusya ve İran açısından, büyük bir jeostratejik öneme sahip olduğu biliniyor. Aynı şey Çin için söylenemez, yeri geldiğinde mevcut tutumundan vazgeçip nötr kalabileceği rahatlıkla düşünülebilir. Rusya ve İran’ın kendileri gibi emperiyalist güçler olan AB, ABD ve mütefiklerine karşı uzun bir süre Esad’ı savunabilecekleri pek kolay değildir, bunu düşünemiyorum da. Esad önderliğindeki Baas rejimi iç savaşta başarılı olsa bile uluslararası alanda kendisine karşı geliştirilen tecrit ve ambargoya dayanması pek kolay olmayacaktır. Dolayısıyla uzun sürmeyen bir dönemde Baas rejimi ya gidecek yada götürülecektir. Şimdiden AB-ABD ile Rusya-Çin arasında çeşitli senaryolar çizilmekte olduğunu farkediyoruz.
Bugünlerde Suriye’de incelemelerde bulunan BM denetçileri yeni bir sürecin önemli bir basamağını oluşturuyorlar. Suriye’nin kimyasal kulanıp kulanmadığı pek önemli değildir, önemli olan orada kimyasal silahların kulanılmış olmasıdır. Bunu AB-ABD destekli muhalifler yapmış olsa bile yine faturası Esad önderlikli Baas rejimi ödeyecektir. Nitekim Washington, Londra ve Paris’ten yapılan açıklamalar o yöndedir. Türkiye ise aktif piyon rolünü oynamak için geç kalmadan askeri bir müdahaleye hazır olduğunu beyan etti. Mısır ile ilgili başka, Suriye ile ilgili de başka bir politika izliyor, bir taraftan timsah gözyaşları dökerken diğer taraftan da saldırıya hazır Merê Reş (Kara Yılan) oluyor.
Arap Baharı
konsepti çerçevesinde Suriye’deki Baas rejimi gitmelidir, eğer kendi gitmezse,
ne edip edip götürüleceği alenen görülmektedir. Her ne kadar Çin, Rusya ve İran
gibi güçler ona arka çıksalar da başarılı olma şansı pek yok gibi.
Suriye’nin, özellikle Rusya ve İran açısından, büyük bir jeostratejik öneme sahip olduğu biliniyor. Aynı şey Çin için söylenemez, yeri geldiğinde mevcut tutumundan vazgeçip nötr kalabileceği rahatlıkla düşünülebilir. Rusya ve İran’ın kendileri gibi emperiyalist güçler olan AB, ABD ve mütefiklerine karşı uzun bir süre Esad’ı savunabilecekleri pek kolay değildir, bunu düşünemiyorum da. Esad önderliğindeki Baas rejimi iç savaşta başarılı olsa bile uluslararası alanda kendisine karşı geliştirilen tecrit ve ambargoya dayanması pek kolay olmayacaktır. Dolayısıyla uzun sürmeyen bir dönemde Baas rejimi ya gidecek yada götürülecektir. Şimdiden AB-ABD ile Rusya-Çin arasında çeşitli senaryolar çizilmekte olduğunu farkediyoruz.
Bugünlerde Suriye’de incelemelerde bulunan BM denetçileri yeni bir sürecin önemli bir basamağını oluşturuyorlar. Suriye’nin kimyasal kulanıp kulanmadığı pek önemli değildir, önemli olan orada kimyasal silahların kulanılmış olmasıdır. Bunu AB-ABD destekli muhalifler yapmış olsa bile yine faturası Esad önderlikli Baas rejimi ödeyecektir. Nitekim Washington, Londra ve Paris’ten yapılan açıklamalar o yöndedir. Türkiye ise aktif piyon rolünü oynamak için geç kalmadan askeri bir müdahaleye hazır olduğunu beyan etti. Mısır ile ilgili başka, Suriye ile ilgili de başka bir politika izliyor, bir taraftan timsah gözyaşları dökerken diğer taraftan da saldırıya hazır Merê Reş (Kara Yılan) oluyor.
Çeşitli
sebeplerden ötürü Suriye’nin durumu İrak gibi olmayabilir, yani rejim tamamen
yıkılıp yerine yeni bir rejim ve sistemin gelmesi sözkonusu olmayabilir. AB-ABD
ile Rusya-Çin gibi güçlerin üzerinde uzlaşabilecekleri bir ara formülün bulunma
ihtimali de masanın üzerindedir. Önümüzdeki günlerde bu konuda daha net bir
tablo ortaya çıkacaktır.
Rojava
Suriye’de yavaş
yavaş uluslararası bir çatışma süreci gelişirken Rojava’da ise ‘İslami’ kılıflı
teröristlerin saldırıları devam ediyor. YPG’nin etkin mücadelesi sözkonusu
teröristlerin saldırılarını sınırlandırıyor olsa da Rojava Halkına karşı halen de ciddi bir
tehdit vardır. Son bir haftadır Güney
Kürdistan’a kaçanların sayısı binleri aşıyor, böyle devam ederse Rojava
halksızlaşacaktır. Bunun da kendi başına ayrı bir sorun olduğunu bilmek
durumundayız.
Rojava ile ilgili
Kürt Halkının genel bir dayanışması sozkonusu olsa da bunun yeterli olmadığını
sık sık yazıyoruz. Özellikle kendine ‘aydın’ sıfatını takmış bazı kesimlerden
pek ses çıkmadığını burada yazmak istiyorum. Rûdaw gazetesindeki köşemde de
yazdığım gibi, şimdiye kadar PKK ve ona yakın olan çevreler daha çok Rojava
Halkıyla dayanışıyor, halkımızın diğer kesimlerinden pek ciddi bir ses
çıkmamaktadır. Bazılarına göre bugün Rojava Halkıyla yapılacak olan dayanışma
PKK’ye verilmiş bir destek olarak görülmektedir. Oysa durum hiç de öyle
değildir, tehlike ile karşı karşıya olan Rojava Halkıdır, yapılacak her şey
onun savunması için olacaktır.
PYD’nin Rojava’da
daha çok kendi başına hareket ettiği, diğer Kürt Örgütlerini kararlarına ortak
etmediği elleştirilebilir, ancak bunun için Rojava Halkı yalnız
bırakılmamalıdır.
Avrupa’daki Kürt
Örgüt ve Kurumların da bu noktada sesiz kaldıklarını bellirtmek istiyorum.
Başta üyesi olduğum PEN a Kurd olmak üzere, PKK’ye mesafeli duran çoğu Kürt
Örgüt ve Kurumları üzerine düşen tarihi sorumluluğu yerine getirmiyorlar.
Tarihe karşı suçlu duruma düşmemek için, herhangi bir örgüt ve kurumu sebep
göstermeden herkes üzerine düşeni yapmaya davet ediyorum.
Kürt Ulusal Kongresi
Uzun bir zamandır
Kürt Örgütleri arasında Ulusal Kongre veya Ulusal Konferans yapma talebi
vardır. Ancak PKK ile KDP ve YNK arasında yaşanan sorunlar nedeniyle 2013
yılına kadar bu konuda ciddi bir çalışma yapılamadı. PKK ile KDP’nin bir
noktada buluşmaları bu çalışmayı hızlandırdı. Mesut Barzani öncülüğünde yapılan
hazırlıklar sonucu Eylül ayında bu çalışmanın gerçekleşme ihtimali vardır.
İhtimal diyorum, zira ortada duran bazı sorunlar vardır. Özellikle YNK ile KDP
arasında bu konuda bazı sorunlar yaşandığını biliyorum. Umarım ciddi bir
sıkıntı olmaz ve beklenen Ulusal Kongre gerçekleşir.
Geçenlerde
PKK’lilerle eski PKK’liler arasında çıkan bir “çatışma”nın haberi yayınlandı. Umarım
sözkonusu haberin doğruluk payı yoktur ve KCK bu konuda bir açıklama
yapacaktır. Olay bir çok yönüyle iyi araştırılmadan, Güney yönetiminin yaptığı
kovuşturma bitmeden herhangi bir yargılamada bulunmanın doğru olmadığını
düşünüyorum. Ulusal Kongre’nin yapılmaya çalışıldığı bugünlerde bazı güçlerin
provokasyonu da olabilir.
Ahmet DERE /
26.08.2013