Paris Avrupa’nın başkenti
konumunda bir dev şehirdir. Her milletten insanların yaşadığı, zengin ve fakir
ayırımının bariz bir şekilde görüldüğü bir kenttir Paris. İkinci dünya savaşında
Hitler Faşizmine karşı en kahramanca direnen bu kent aynı zamanda Yılmaz Güney
ve Ahmet Kaya gibi değerli Kürt Sanatçılarının da sığındıkları bir şehirdir. Kürdistan
Ulusal Kurtuluş Mücadelesinin Avrupa’daki Kürtler arasında en erken destek
buldugu bölge de yine Paris olmuştur.
1920 yılında Sevr
Antlaşmasının yapıldığı, bugün on binlerce Kürdün yaşadığı, zaman zaman
Avrupa’daki Kürtlerin sesini dünya’ya duyurmasına sahne olan Paris bir yıl önce
vahşice gerçekleştirilen bir katliama ev sahipliği yaptı. Üç Kürt Devrimci Kadın,
Sakine, Fidan ve Leyla Lafayette sokağında bulunan Kürdistan Informasiyon Bürosu’nda
şehitler kervanına katıldılar. Yani geçen günlerde bir yılı dolmasına rağmen
halen gerçek sorumlularının tespit edilmediği katliam.
Paris Katliamı üzerinde
bir yıl geçti, henüz iddianame yazılmamış ve mahkeme yapılmamış olsa da Paris
Katliamı ile ilgili çok şey konuşulmaktadır. Bir yıldır tutuklu bulunan Ömer Güney
bu katliamın tek zanlısı olarak görülmektedir. (Ortaya çıkan bulgulara
bakılırsa bu cani gerçek katildir) Bu arada Ömer Güney ile ilgili birçok şey
ortaya atıldı, daha birkaç gün önce de yeni bir ses kaydı yayınlandı. Gerek Kürt
basınında olsun gerekse de Türk ve Fransız basınında olsun bu katliam ile
ilgili değişik senaryolar yazılıp tartışıldı. Halen de bu durum devam ediyor.
Burada benim özellikle
üzerinde durmakta yarar gördüğüm husus; Kürtlerin
bu katliama ilişkin yaklaşımlarıdır.
Hepimizin takip ettiği
gibi, geçen yıldan beri Paris Katliamı Uluslararası bir Komplo olarak görülmekte
ve o çerçevede de analizler yapılmaktadır. Kürtlerin bazıları bu katliamda özellikle
Fransa devletinin de parmağı vardır biçiminde değerlendirmeler yaptılar ve
halen de yapmaktadırlar. Kimi bu katliamın baş aktörü olarak Fettullah Gülen
Cemaatini gördü, kimi ise bir bütün olarak Türk Devletini. Ses kayıtlarının yayınlandığı
bugünlerde ise daha çok AKP baş aktör olarak görülmektedir.
Biz Kürtlerin en zayıf
noktası ; bir konu üzerinde iyi düşünmeden, olayın sıcak atmosferinin
etkisiyle kendimize göre yargılamayı geliştirmektir. Halk olarak bu zayıf noktamızın
acısını hep yaşadik, halen de yaşamaktayız. Dolayısıyla Paris katliamı ile
ilgili de bir türlü tutarlı analizler yapılamıyor. Sanki bir el bu vahşice işlenen
katliamı bir an önce sadece Ömer Güney’e ve adresi net olmayan
« Uluslararası Güçler »’e maletmesini istiyor gibime geliyor. Halbuki
ince elenip sık dokunsa sadece yaşanan bu vahşetin sorumluları tespit
edilmeyecek, aynı zamanda gelecekte de halkımıza karşı yapılmak istenen kirli
oyunların engelenmesi sağlanacaktır.
Herşeyden önce yayınlanan
ses kaydının ne kadar gerçek ne kadar düzmece olduğu çok muğlak.
MIT elemanlarının böylesi
bir katliamı konuşurken etrafta ses kayıt cihazının olup olmadığını düşünmemiş
olmaları, gereken önlemi almamış olmaları yabana atılacak şey değildir. Diğer
bir husus da ; İmralı’da başlatılan müzakerelerde MIT’in başlıca rol oynadığını
hepimiz biliyoruz. Başlıca rolü üstlenen bir sürecin boşa çıkarılması MIT’in
neyine yarar acaba ? Ayrıca, eğer MIT bu süreci boşa çıkarmak istese
kendisi açısından daha kolay ve risksiz bir yol yok mu ? Ben Paris Katliamının
arkasında ‘MIT yoktur’ demiyorum, sadece ‘MIT vardır’ demeden önce bunların düşünülmesi
gerektiğini belirtmek istiyorum. Hedef şaşırtmak fiziki ve psikolojik savaşın önemli
bir taktığıdır, acaba bu kasetin yayınlanması, veya düzenlenip yayınlanması da
bir hedef şaşırtma olmasın mı ?
Daha önceki yazılarımda
ifade ettiğim gibi, Paris Katliamı ile ilgili en önemli husus ; Paris’te
bulunan ve bir yıl boyunca Ömer Güney’in hemen hergün gidip geldiği,
faaliyetlerine katıldığı Kürt Kurumlarının yönetimlerinde yer alanların
durumunun gözden geçirilerek elde edilecek olan neticedir. Benim tanıdığım Kürt
Kurumları, hiç bir kazancı olmayıp da lüks içinde yaşayan, bir yılda defalarca
Türkiye’ye gidip gelen bir serserinin durumundan şüphe eder, ona kirli planlarını
hayata geçirmesine fırsat vermezler. Ömer Güney gibi bir caninin aylarca bir
katliam planını rahat rahat yapacak birine fırsat tanıyan bir kurum yöneticiliği
anlayışı daha tehlikeli komplolara da yol verebilir. Ne var ki bu nokta ciddi
bir özelleştiriyi ve kurumların tüm üyelerinin durumunu gözden geçirmesini
gerektirir. Bana göre şehitlere layık olmanın da yolu, şimdiye kadar vermiş
olduğumuz mücadelenin yarattığı değerleri korumanın ve gelecekte benzer
katliamlarla karşı karşıya kalmamanın yolu buradan geçer. Bu katliamın arkasında
MIT’in, It’in veya Cemaatin olup olmaması pek birşeyi değiştirmez, esas birşeyleri
değiştirecek olan husus ; bu gafleti yaşamamıza sebep teşkil eden anlayışların
bertaraf edilmesidir.
Ahmet DERE 15.01.2014