9 Haziran 2014 Pazartesi

AKP Çıldırırken

30 Mart Yerel Seçimler’den istediği oy ‘oranını’ elde eden AKP daha önce sapmaya başladığı yoluna son süraat hızla devam ediyor. Binbir hile ile aldığını iddia ettiği oylarla Türkiye’yi kendi evinin bahçesi gibi zanederek yönetiyor. Adında ‘adalet’ kavramı olan bu parti, kendi yandaşları dışında kimseye hak ve hukuku tanımamaktadır. Böyle devam ederse Türkiye toplumu bu parti hegemonyasına karşı gerçek bir baharı yaşamak zorundadır. Aksi halde bu dünyada cehenemi yaşamaya mahküm bir toplum olacaktır.

Geçtiğimiz günlerde Gezi Parkı Katliamının birinci yıldönümü vesilesiyle yaşanan olaylar ve hükümetin yaklaşımı hiç bir demokratik veya yarı-demokratik ülkede görülmemiştir. İnsanların ölülerinin anısına saygı duruşunda bulunmaya bile izin vermeyen AKP zihniyeti daha nereye kadar saltanatını sürdürebilecektir ? Tarihten çıkardığımız derslerden hareketle, bu zihniyetin sonu Hüsnü Mübarek’in akıbetinden farklı olmayacaktır. Bugün Mısır’da olup bitenleri tasvip etmiyor olsak da, Mübarek saltanatına karşı Mısır Halkının yaşadığı baharı takdir etmemek mümkün değildir. Dolayısıyla benzer bir baharın Anadolu’nun kadim halklarının da yaşaması bir haktır ve giderek bir zorunluluktur.

12 yıldır iktidarda olan AKP sürekli Kürt Sorunu kartını kulanarak süreçten sürece atlamaktadır. Yeri geldiğinde milliyetçi kesimlerin oylarını almak için bu Sorun kulanılmış, yeri geldiğinde de Kürtlere mesaj verip oylarını almak için aynı Sorun gündemde tutulmuştur. Dağdaki Özgürlük Savaşçılarını etkisiz hale getirmek için esaret altında bulunan Sayın Öcalan’ı da kirli oyunlarına malzeme yapmaktan geri kalmayan bu guruh, aynı zamanda ha bire karakol yaparken, bunu protesto eden  kitlelerin üzerine de ateş etmekten kaçınmamaktadır. Son olarak Lice’de yaşananlar örnek verilebilecek onlarca olaydan bir tanesidir. Bu yazıyı kaleme aldığım bu saatlerde binlerce insanımız ile AKP guruhunun silahlı güçleri arasında gerilim yaşanmaktadır. Bu durumun devam etmesi halinde kim bilir daha kaç Ramazan Baran hayatını kaybedecektir.

AKP’nin Türkiye toplumuna verebileceği hiç bir şeyi kalmamıştır diye düşünüyorum. Uluslararası Egemen Güçlerden de pek yüz görmemeye başlayan bir süreci yaşamaktadır. Geçtiğimiz aylarda Almanya Cumhurbaşkanı Gauck’un İstanbul’da söyledikleri aynı zamanda Avrupa Birliğinin görüşleri olduğunu bilmek lazım. Yani AB kendi görüşlerini, statüsü çok sembolik olan Almanya Cumhurbaşkanı ağzıyla ifade etmiştir. Bunu anlamayan AKP’li yetkililer Erdoğan’ın Köln ziyaretini organize etmiştir. Buna mukabil Almanya’daki bir çok resmi ve yarı resmi kurum ve kuruluşlar Erdoğan’ın kendi ülkelerine gitmesini istemediklerini beyan etmişlerdir. Çıldıran AKP zihniyeti buna da, ya anlam verememiş yada dikkate almamıştır. Sonuçta 24 Mayıs günü on binlerce Alevi ve çeşitli halklardan oluşan kitleler Erdoğan’ı protesto etmiştir. Bu kitleler arasında hatırı sayılır bir oranda da Almanların olduğunu da belirtmek gerekiyor.

Gösterilen tüm tepkilere rağmen Erdoğan’ın ve AKP’nin diğer yöneticilerinin Alevilere karşı sarf ettikleri aşağılayıcı sözler son bulmamıştır. Bu zihniyet, yüzyıllardan beri dönem dönem kulanılan Alevi-Sunni çelişkisini futursuzca kulanmaktadır. Bulunduğumuz Avrupa’da bile alevi inancına mensup biri, bu Kürt, Türk veya başka bir halktan olabilir, çok rahatça ‘ben aleviyim’ diyemeyecek kadar anormal bir hava yaratılmıştır. Bu geldiğimiz nokta cidden tehlikeli olmakla birlikte, aynı zamanda bağrında yeni bir süreç için de zemin yaratmıştır ; Anadolu Baharı.

AKP Türkiye Toplumlarının başına bella olmuştur artık. Muhalefetsiz olan Türkiye siyaset dünyasına kalırsa bu guruhtan kurtulmak mümkün değildir. Normal yollardan, yani seçimlerle, bu beladan kurtulmak zordur. 35 yıldır verilen Kürt Özgürlük Mücadelesinin geldigi nokta da kesin bir ümit olmaktan uzaktır. Dolayısıyla çözüm ancak gerçek anlamda bir ‘Anadolu Baharı’ndan geçer. Türk’ün Türk olarak kabul gördüğü gibi Kürdün de Kürt olarak, Ermeninin de Ermeni olarak, Rum’un da Rum olarak, Lazın da Laz olarak, Çerkezin de Çerkez olarak görüldükleri  bir Halklar Platformunun yaratacağı bir ‘Anadolu Baharı’ ancak ve ancak çözüm olabilir. Ne AKP’nin Alevi Açılımından, nede Kürtleri kandırmak için yarattığı Çözüm Sürecinden birşey çıkmaz diye düşünmenin en faydalı olduğunu belirtmek gerekir.

Ahmet Dere / 09.06.2014

1 Mayıs’ın Günceleşmesi

1886 yılında Amerika’da başlayan 1 Mayıs geleneği 1889 yılında İkinci Enternasyonal’de resmiyet kazanarak o günden bu yana tüm dünya’da işçi ve emekçilerin bayramı olarak kutlanmaktadır. Türkiye gibi bir ülkede ise ancak 1923’ten sonra 1 Mayıs kutlanmaya başlanmıştır.

1800’lu yıllar işçilerin köle statüsünde olduğu yıllardır. Diğer bir deyimle, işçi veya emekçi kavramı yeni yeni anlam kazandığı bir dönemdir.  Başta Amerika ve Avrupa kıtasında olmak üzere, dünyanın çeşitli bölgelerinde işçi ve emekçilerin emek gücüne dayalı olarak kapitalizm ve modern sömürgecilik gelişiyordu. Egemen güçlerin en etkili silahı ; ellerinde bulundurdukları işçilerin gücü idi. Ne olursa olsun bu silahı ellerinden bırakmamaları gerekiyordu. Dolayısıyla işçilerin her tür başkaldırısını önlemeleri için gereken tedbirleri almalıydılar.

19. Yüzyılda işçiler peyder pey örgütlenerek bilinçleniyor, bilinçlendikçe güçleniyor, güçlendikçe egemenlerin buyruklarına karşı kendini koruyorlardı. Amerika’dan başlayarak yavaş yavaş dünyanın her tarafına yayılan işçi eylemlilikleri egemen güçleri korkutuyordu. İşçilerin gelişen eylemliliklerinin önüne geçemeyeceğini anlayan Kapitalizm  daha fazla kafa yorarak çözüm üretmeye başlamıştır. İşte buradan hareketle Kapitalizmin sömürü yaklaşımında reform yapılmaya  başlanmıştır.

İşçi sınıfı ile egemen güç olan Kapitalizm arasında yaşanan çatışmalar 20. yüzyılın yarısına kadar aktif bir şekilde sürdürülmüştür. Soğuk Savaş Dönemi olarak adlandırılan yıllarda Kapitalizm’in üstünlük elde ettiğini gördük. Ancak sözkonusu üstünlük bir taraftan işçi emeğinin sömürülmesi olurken, diğer taraftan da işçiyi kendi gerçekliğinden uzaklaştırmak olmuştur. Sözkonusu bu durum 20. yüzyılın son çeyreğinde önemli bir başarı elde etmiştir.

21. yüzyılda işçi sınıfı diye bir realite kalmazken, diğer taraftan da klasik olarak bilinen patron kavramı da devlet aygıtı tarafından ablukaya alınmıştır. 19. ve 20. yüzyılların ezilen işçi sınıfı  « ezilen » orta sınıf patronlarıyla aynı statüye sahip olmuştur. Devletler Kapitalizm’in temsilcileri olmuş, G8 ise Küresel Kapitalizm Klubu haline gelmiştir. Bir taraftan klasik anlamda işçi sınıfı diye bir gerçeklik kalmazken, diğer taraftan da ezen ve ezilen sınıflar arasında kalın çizgiler oluşmuştur. Bu noktadan hareketle şöyle bir sınıflandırmaya gidilebilir :

-G8 ve G20 ile diğer devletler

-Genel anlamda devletler ile firmalar

-Genel olarak firmalar ile çalışanlar

-Devletlerin sosyal kurumlari ile sosyaldan geçinenler

Kısaca 19. Yuzyılda başlayan işçi hareketinin oluşturduğu işçi sınıfı artık pratikte pek var olduğu söylenemez. Kimin işçi, kimin patron olduğu pek belli olmadığı toplumlarda işçi/patron veya işçi/egemen ayırımının yapılması da pek mümkün değildir. Özellikle yaşadığımız Avrupa’da bu realite herkesin rahatlıkla görebildiği bir gerçektir. Bazı kesimler nostaljik anlamda halen işçi sınıfının varlığından söz etseler de bunun hayatın gerçekliğiyle pek alakasının kalmadığını görüyoruz.

Yükarıda yazdıklarımdan hareketle şunu belirtmek gerekir ; 1 Mayış İşçi Bayramı artık güncelleşerek Emek sahibi olan herkesin  Bayramı olarak anlam kazanmalıdır. Aksi halde 1 Mayıs giderek marjinal kesimlerin bayramı haline gelecektir. Bu durum ise 1889 ruhuna layık düşmemektedir.

Ahmet DERE  /  1 Mayıs 2014