Gelişen, geliştiren, yaratan ve yaratıcı olan bir halk
herşeyden önce kendi içinde sorun yaşamayan topluluklardan oluşanıdır. Kendi
içinde barışık olmayan halkların dış güçlere karşı değerlerini koruyamadıkları
bir gerçektir. Yine, kendi içinde yaşanan sorunlara çözüm üretemeyen halkar
etrafındaki topluluklarla yaşadığı sorunlara çözüm gücü olması da pek düşünülemez.
Biz Kürtlerin halen devletsiz bir halk olmamızın
temelinde, henüz birbirimizle barışık olmaya alışık olmamamızın önemli bir yer
teşkil ettiğini düşünüyorum. Bizim bu zayıf yanımız halkımızı ve ülkemizi sömürüye
açık tutmaktadır. 1639’da Kasr-ı Şirin antlaşmasının itirazsız
kabul görmesi ve daha sonra halkımızın resmen Safevi Devleti ve Osmanlılar tarafından sömürüye tabi tutulmasında
bizim bu geri yanımızın çok önemli bir arguman olduğunu bilmeliyiz. Osmanlı
Devletinin Kürdistan’ı yüzyıllar boyunca sömürmesi ve tüm zenginlik kaynaklarımızdan
istifade etmesinde kulanılan temel araç yine Kürtlerin kendi içinde yaşadıkları
çelişkiler olduğunu biliyoruz. 1923’te Lozan’da ülkemizin dört parçaya bölünmesinde
yine bu geri yanımızın araç olarak kulanıldığı bir gerçektir. Turgut Özal döneminde
geliştirilen ve kısa süre içerisinde on binlerce Kürdün silahlandırılarak Köykoruculuk
Sisteminin geliştirilmesinde de yine bu nokta bellirgin bir rol oynamıştır. Günümüzde
Kuzey Kürdistan’da düzen partilerinin Kürt Tandanslı Partilerden daha fazla oy
alıyor olmalarında da bizim kendi aramızda yaşadığımız gericiliğe dayalı
sorunlarımızın temel teşkil ettiğini bilmek durumundayız.
Şunu çok iyi bilmeliyiz ki ; biz Kürtler kendi iç
barışımızı geliştirmeden, yaşanan sorunlarımıza çözüm bulmadan dış güçlere karşı
sağlıklı bir başarıyı elde edemeyiz. Bu durum ülkemizin her dört parçası için
de geçerlidir.
Saddam Huseyin’in Kuveyt’e girmesi ardından yaşanan Körfez
Savaşıyla birlikte Güney Kürdistan’da 36’ıncı paralelin ilan edilmesinden
sonra, özellikle ABD’nin katkılarıyla, KDP, YNK ve diğer örgütler arasında yaşanan
sorunlara yavaş yavaş çözümün bulunması, diğer bir deyimle barışın sağlanması
bugün ki Güney Kürdistan Federe Bölgesi’nin önünü açmıştır. Eğer daha önce yaşanan
sorunlar devam etmiş olsaydı Güney Kürdistan’ın bugün yavaş yavaş Bağımsız bir
Devlet olma yolunda gelişmeleri yaşayamazdı. Kürdistan’ın bu bölgesinde halen
sağlıklı bir iç barış sağlanmamış olsa da geçmişte yaşanan çelişkilerin büyük ölçüde
giderilmiş olduğunu biliyoruz. En azından sözkonusu bölgede legal faaliyet gösteren
partiler, örgütler ve kurumlar gerekli olduğunda bir araya gelebiliyor, kendi
parlamentolarında tartışıp ortak bir karara varabiliyorlar. Buradaki durum
istenen düzeyde olmasa da, diğer parçalara göre oldukça ileri düzeyde bir gelişmedir.
Önümüzdeki yıllarda ülkemizin bu parçasında daha önemli gelişmelerin yaşanacağını,
diğer parçaları da etkileyeceğini tahmin etmek zor değildir.
Doğu Kürdistan’da maalesef durum farklıdır. Daha önce
PDK-İran son yıllarda da PJAK hakimiyetin sadece kendisinde olduğunu söyleyerek
diğer parti ve örgütlere çalışma alanı bırakmamaktadır. Hal böyle olunca, geçmişte
PDK-İran, şimdi ise PJAK pek gelişme sağlayamamktadır. Dolayısıyla ülkemizin bu
parçasında verilen bir mücadele olsa da, son süreçlerde pek konuşulmamaktadır,
halkı yeterince örgütlemekten uzaktır.
Halkımızın yaşadığı bu temel geri sorunların etkisini çok
bariz bir şekilde Rojava’da yaşandığını gördük. PYD’nin ‘herşeyi ben kontrol
ediyorum, dolayısıyla sadece benim sözüm geçerlidir’ demesinden ötürü bu küçük
parçada yaşayan 2.5 Milyon Kürdün birliği sağlanamadı. Eğer doğru bir
birliktelik sağlanmış olsaydı, belki de bugün Kobanê’de yaşanan acılar olmayabilirdi.
PYD’nin sözkonusu yaklaşımından ötürü Güney Kürdistan Federe Bölgesi de
mesafeli durdu, destek sunmadı. Zira KDP Rojava’da salt PYD’nin hüküm sürmesini
istememekte, diğer gurupların da (PDK-Suriye, Partiya Sosyalîsta Kurdistan ve
diğerleri) oluşturulan ve oluşturulacak yönetimlerde söz hakına sahip olmasını
istediğini biliyoruz. Gerek Kürtlerin baskısı sonucu, gerekse de uluslararası güçlerin
talebi üzerine Güney Kürdistan Rojava’ya Peşmerge gönderdi. Bu iyi bir gelişmedir
fakat sözkonusu bölgede yaşanan iç sorunlara tamamen çözüm bulunduğu anlamına
gelmiyor. Eğer doğru bir yaklaşım gösterilmez ise Rojava’da DAÎŞ çetelerinin
tehlikesi ortadan kaldırıldıktan sonra yine Kürtlerarası iç sorunlar ve çelişkiler
baş gösterecektir.
Diğer bu üç parçada yaşanan sorunların benzeri, ve hatta
daha tehlikelisi, ülkemizin Kuzeyinde yaşandığını belirtmek gerekiyor. Eğer AKP
ve diğer düzen partileri halkımızın oylarının yüzde 50’inden fazlasını alıyorlarsa
demekki halkın ancak yarısı, ve hatta yüzde 40’ı civarında HDP’ye yakın
duruyor. Böylesi bir durumda Kuzey’deki Kürt Sorununa salt HDP’nin sözcülük
etmesinin ne kadar sağlıklı olduğu konusunda düşünmek lazım. Dolayısıyla mevcut
durumda sürdürülmeye çalışılan « Çözüm Süreci » aslında Kürt Sorununa
çözüm bulmak değildir, daha ziyade silahlı bir gücü elinde bulunduran PKK’nin
pasifize edilmesidir. AKP’nin esas niyeti ve amacının da bu olduğu aşikardir.
Bu partinin yetkilileri yer yer « Kürt Bölgelerinde biz HDP’den daha fazla
oy alıyoruz » dediklerini dikkate aldığımızda « Çözüm Süreci »
denilen süreçten ne kastettiklerini anlamak mümkündür.
Ülkemizi kendi resmi sınırları dahilinde tutan
devletlerin ve de uluslararası güçlerin ne dediklerini ve ne düşündüklerini bir
tarafa bırakıp aslolan kendi içimizdeki birliğin çok daha önemli olduğunu
bilmek ve onu geliştirmek durumundayız. Duşmana karşı bile takınılmayan tavır
ve davranışların, sadece kendisiyle aynı düşünmedikleri için kürt aydın, demokrat
ve basın mensuplarına karşı sergilenmesi sadece halkımızın geleceğine zarar
verdiğini herkesin anlaması lazım. Geçenlerde HDK’nin Kongresinde Rudaw TV adına
çalışan ekibin dövülmesi bu konuda bir örnek olabilir. Rudaw TV’nin ne gibi ve
nasıl habercilik yaptığını burada tartışma gibi bir yaklaşımım yok, çok sayıda
TV ekipleri gibi onlarda oraya gitmiş ve görev yapıyorlar. Ancak bir kürt kanalının
çalışanları aynı yerde bulunan türk TV kanallarının kameraları önünde dövülmesi
normal görülemez. Hele hele bizim gibi haklar, özellikle özgürlük için mücadele
eden halklar basın mensuplarına karşı çok duyarlı ve anlayışlı olmak
durumundadır. Burada yaşananlar iç sorunlarımızla birebir bağlantılıdır.
Gerek PKK ve ona yakın olan çevrelerin, gerekse de diğer
Kuzeyli örgütlerin, yukarıda değindiğim bu yanlış yaklaşımları nedeniyle büyük bir kürt aydın ve demokrat çevre bugün pasif durmaktadır. « Birine yakın olan
diğerine duşmandır » anlayışının halen tüm kürt örgütlerinde hakim olduğu
için sözkonusu bu çevre faal olamıyor. Adeta «Kimseye duşman olarak damga
yememek için, en iyisi köşemde oturayım » anlayışı hakim olmaktadır.
Elbette bu duruş doğru değildir, aydın ve demokratların görevi yanlışı eleştirmek,
doğruyu savunmaktır. Ne varki biz Kürtlerde bazı şeyler biraz ‘farklı’ gelişmiştir,
burada olduğu gibi. Umarım bu ‘farklı’ yaklaşımlar normalleşir, halkımız da diğer
tüm halklar gibi özgürlüğüne normal kavuşur.
Ahmet DERE / 16.11.2014