Kürt Özgürlük
Hareketi yeni ve geri dönüşü olmayan bir yola girmiştir. Özellikle Kuzey Kürdistan
açısından silahlı mücadele dönemi noktalanma aşamasına gelmiştir. Aslında bu süreç
1999’da başlamıştı, fakat TC’nin negatif yaklaşımı bugüne kadar silahların bırakılmasını
engeledi. Bu durumdan vazife çıkaran birçok çevrenin olduğunu, bunların halen de
silahların bırakılmasında kendi çıkarlarını görmeyip, dolayısıyla onu engelemek
için ciddi bir uğraş içinde olduklarını biliyoruz.
21 Mart
günü, yani Newroz Bayramında Abdullah Öcalan’ın yaptığı açıklama tarihi öneme
sahip olduğunu bir kez daha belirtmekte fayda vardır. Dolmabahçe’de yapılan 10
maddelik açıklamadan sonra Newroz’da verilen mesajın bir çok konuda değişimin şart
olduğunu göstermiştir. ‘Öcalan’a karşı
Kandil’in ve HDP içinde bazılarının direnişi vardır’ biçimindeki idialarda kısmen
gerçek pay olsa da bu verilen mesajın, er veya geç, hayat bulmasına mani
olamayacaktır. Gerek Kandil ve gerekse de HDP içinde ve çevresinde silahların bırakılmasına
karşı isteksiz olup ve hatta direnç gösterenler olsa da bunun ne örgüt ne de Kürt
Halkı içinde pek taraftar bulabileceğine ihtimal veremeyiz. Abdullah Öcalan’ın
netleştirdiği bir çizgiye karşı PKK’nin karşı çıktığını, gereklerini hayata geçirmediğini
şimdiye kadar görmedik, bu sefer de görmeyeceğiz. PKK’nin gelişiminde bu yaklaşımın
önemli bir rol oynadığını, hareketi kısmen de olsa tanıyanlar bilirler. Kaldı
ki Kandil’in bu konuda verdiği mesajlar da ortadadır, Newroz’dan önce verdiği
beyanatlarda Öcalan’ın mesajına bağlı kalacağını beyan etmiştir. PKK’nin duruşu
bu olurken HDP’nin karşı bir duruş sergilemesi beklenemez.
Girilen
süreç AKP’nin seçim taktiğine takılıp yavaşlansa da, geri dönüşü pek ihtimal
dahilinde olmayan bir noktaya gelmiştir. Ne TC Devleti bu konuda çok negatif
bir yaklaşım gösterebilecek ne de PKK ve bu sürecin mimarlarından olan Abdullah
Öcalan. Bir kere ok yaydan çıkmış, bundan sonra geri dönüş pek de mümkün görünmüyor.
Gelelim silahların bırakılması
konusundaki elleştirilere,
Her şeyden
önce önümüzdeki süreçte, özellikle 7 Haziran seçimlerinden sonra, ‘Silahların bırakılması
Kürt Halkının çıkarına mı, yoksa zararına mı olacak ?’ noktasındaki tartışmalar
Kürtler tarafından yapılacaktır. Her zaman olduğu gibi, bir sürece karşı da onu
savunanlar da olacaktır, fakat bunun süreci etkileyeceğini düşünmüyorum. Zira
mesele silah bırakma meselesidir, bu da PKK’nin elinde olduğuna göre inisiyatif
tamamen onun, özellikle de kurucusu sayın Öcalan’ındır.
Özgürlük
Hareketinde emeği geçen biri olarak İmralı’dan başlatılan bu sürecin negatif
olduğunu düşünmüyorum. Kürt Halkının Özgürlük Mücadelesinde silahlar önemli bir
rol oynamıştır. Ancak bu yolun sonuna kadar elinde silahla yürünemeyeceğini de
bilmek gerekiyor. Çözümden yana olan herkesin bilmesi gerekiyor ki, bu yolun
belli bir aşamasından sonra diyaloğun devreye girmesi, müzakerenin yürütülmesi
kaçınılmazdır. Ancak çözümden yana olmayanlar silahların bırakılmasını
istemezler. Ne var ki bu negatif yaklaşıma sahip olanlar hem Kürtler arasında
ve hem de Devlet içinde varlar, sayıları da azımsanacak gibi değildir.
Silahların
bırakılması her gündeme geldiğinde, ne gariptir ki hiç bir zaman Halkının Özgürlüğü
için eline silah alma cesaretini göstermemiş olanların karşı çıkışı daha fazla
görülmektedir. Geçmişte bu mücadeleye aktif olarak katılmış, gerektiğinde eline
silahı da almış ancak bugün daha farklı bir alanda bulunanların karşı çıkışına
anlam verilebilir, hatta bu arkadaşların elleştirilerinin, endişelerinin bir bölümüne
katılmak da mümkündür. Fakat silaha yaklaşma cesaretini bile gösteremeyenlerin
bugün silahların bırakılmasına karşı çıkmalarına anlam verilemez.
Silahların
bırakılıp demokratik bir zeminde Özgürlük Mücadelesinin sürdürülmesi esas talep
ve arzu olmalıdır diye düşünüyorum. Bu bir talep ve arzudur, ancak mevcut Türkiye’de
bunun zemini varmıdır ? işte bu noktada ciddi sorunlar yaşanmaktadır. Bana
göre Kandil’in negatif olarak görülen yaklaşımının temelinde bu durum rol
oynamaktadır. Son dönemde Erdoğan’ın öne çıkan olumsuz ve tek adam rolunu
oynama duruşu bu şekilde düşünmemize haklılık payı veriyor.
Gidişatın
muğlaklığı 7 Haziran seçimleriyle netlilik kazanabilir diye düşünüyorum. Tabii
ki eğer HDP barajı aşıp güçlü bir gurup ile TBMM’ye girebilirse bu mümkün
olacaktır. Aksi takdirde AKP’nin çok güçlü olduğu dördüncü iktidar döneminde Türkiye’yi
aydınlık bir geleceğe doğru götüreceğini, bu çerçevede Kürt Sorununa da
demokratik bir çözüm getireceğini düşünemem. AKP’nin inisiyatifine bırakılırsa
Türkiye’de Kürt Sorunu diye bir şey yoktur.
7 Haziran Seçimleri ve HDP
HDP 7
Haziran’da parti olarak seçimlere girmeye karar vermiştir. Bu noktadan sonra
geri dönüş yoktur. HDP’ye yoğun bir aday adaylık başvurularının yapıldığını,
bunlar arasında nitelikli olanların pek olduğunu biliyoruz. İyi ve doğru bir
çalışma ve yaklaşım sonucu başvurusu kabul görmüş aday adayları arasında
nitelikli bir adaylar ordusu çıkarılabilir.
Antidemokratik olan %10 seçim barajının aşılması sorunu ancak yapılacak
doğru bir aday tespiti ve çok yoğun bir seçim çalışmasıyla mümkündür. Ne var ki
aday adaylık başvurularının yapıldığı süreçte kariyerist ve kompleksli bazı kişiler
yine ortaya çıkmış, sosyal medya aracılığıyla ortalığı bulandırmaya çalışmışlardır.
Bunlardan bazıları aday olarak kabul görmeyeceklerini anlayınca henüz seçim süreci
başlamadan HDP aleyhine çalışmaya başlarken, bazıları da aday adaylık başvurusunun kabul görmemesi nedeniyle adeta reklamını
yaparcasına « adaylık başvurumu geri çekiyorum » diyerek kendine pay
çıkarmaya çalışmışlardır. Olan ve olabilcek tüm negatif yaklaşımları dikkate
alarak bu sürecin üstesinden gelmede en temel rol HDP MYK ve Meclisi üzerine düşüyor.
Yazıma
nokta koymadan önce şunu da eklemeden geçemeyeceğim ; HDP’de iki dönem
kriterinin olmasını olumlu görmekle birlikte, bir de TBMM’de yer alıp da bir dönem
boyunca varlığı pek görülmeyen milletvekillerinin durumunu da gözden geçirilmesi
lazım. Bir kez milletvekili olan birinin ilahi ikinci kez de aday olarak gösterilmesi
gibi bir yaklaşım olmamalıdır diye düşünüyorum.
Ahmet DERE / 29.03.2015