7 Haziran Seçimlerinden sonra Türkiye farklı bir sürece
girdi. Böyle devam ederse çok vahim gelişmeler olacaktır.
Geçen seçimlerde HDP’nin 80 milletvekiliyle meclise girmesi
çoğu kesimlerde olumlu bir hava yarattıp iyimserliğe yol açarken, aniden Suruç Katliamı ve ardından da Ceylanpınar’daki
iki polisin vurulması olayı yaşandı. O günden sonra ne yazık ki Türkiye kaygıverici
bir yokuşa doğru sürüklenmektedir. Kaygıyla, üzüntüyle hergün yaşananları takip
ediyoruz.
Kürt toplumunda genel kanı ; seçimleri kaybeden, veya
400 milletvekili çıkaramayan AKP’den dolayı
Recep Tayip Erdoğan bu savaşı başlatmıştır. Bu kanı beli bir Türk
kesiminde de var. Toplumun diğer bir kesiminde ise, daha çok Türk egemen
kesimleri, uzun zamandır hazırlık yapan PKK’nin bu savaşı başlatmış olduğu kanısı
hakim. Böyle düşünen belli bir Kürt kesiminin de olduğunu biliyoruz.
Kim ne derse desin, nasıl düşünüyorsa düşünsün ortada olan
bir gerçeklik var, o da AKP yetkilileri ile Erdoğan’ın bu savaştan hayli haz
aldıklarıdır. Ölen Asker ve Polisler ile onların gariban aileleri ne AKP’nin ne
de Erdoğan’ın umurundadır. Hergün « kökünü kazıyacağız » telalarıyla
televizyonlarda nutuk veriyorlar. Hürriyet ile Sabah gazetelerine saldırarak
medyaya gözdağı vermek isteniyor. Son günlerde neredeyse ülke televizyonları
bir cümle sadece AKP ve ona yakın çevrelerin açıklamalarından başka birşey yayınlamamaktadırlar.
Böyle giderse Şili’deki Pinochet diktatörlüğünü aratmayacak bir rejimin
hegemonyası ülkede hüküm sürecek.
Bir medya yöneticisi ve yazar olarak günlük gelişmelerin
içinden çıkamaz olduk. Hergün yaşanan olayları doğru analiz etmek, hitap ettiğimiz
kitleye en doğru haberleri ulaştırmak hayli zor. Türkiye ve Kürdistan’da olup
bitenleri bizzat yerinde izleyen gazeteci, yazar ve aydınların her biri farklı
konuşuyor, farklı yorumluyor. 30 yıla yakındır Kürt Özgürlük Mücadelesinin
içinde olan ve son yıllarda aylık bir dergiyi de yöneten biri olarak yaşananları
analiz ederken en doğru çizgiyi yakalamada zorlanmadan noktayı koyamıyorum.
Türkiye’nin komşuları olan Arap ülkelerinde yaşanan kargaşalar
ve değişik güçlerin Anadolu ve Mezopotamya üzerindeki gizli hesaplarını dikkate
aldığımızda, bugün yaşananlardan ötürü ellerini ovuşturanların hayli çok olduğunu
bilmek lazım. Dolayısıyla bu savaşın günlük zararlarını Kürt ve Türklerin çektiği
gibi uzun vadede de her iki halkın iyiliği için bir şey göremiyorum. Tehlike
hem Türkler ve hem de Kürtler için aynı mesafede kapıya dayanmıştır.
Bu Savaş Kimin ? diye sorarken doğru cevabı bulmak hayli
zor. Toplumun bir kesimi ‘Bu savaş AKP’nindir’ dediğinde ne kadar ‘acaba’
dersek, diğer bir kesiminin ise ‘Bu savaş PKK’nindir’ dediğinde ‘olabilir mi’
dememek elden değildir. O halde gerçekten cevabı aranması gereken soru şu değilmidir ;
« Bu savaş kimin ve kime faydası olacaktır ? ».
HDP binalarına saldıranlar ile yüzyıllardır Kirşehir’de yaşayan
Kürtlerin dukânlarına saldıranlar aynı guruhtandırlar. Bu guruh yarın veya öbürsü
gün yarı Kürt şehri olan İstanbul, İzmir, Bursa gibi yerlerde de benzer olaylara
imza atsa –ki buralarda da yavaş yavaş olaylar oluyor- kime faydası
olacak ? Eğer AKP yetkilileri ‘Bu olaylar bizimle alakalı değildir’
diyorlarsa o zaman üzerine düşen görevleri nedir diye kendilerine sormaları
gerekmiyor mu ?
Bana göre bu süreçte en doğru yolda ısrar eden
HDP’dir ? Savaşa karşı olan duruşunda ısrar etmesi hem Kürtler ve hem de Türklerin
ortak çıkarlarınadır. PKK’ye yaptığı çağrıları pek cevap bulamasa da toplumda
takdirle karşılanıyor. Değişik güçlerin provokatif eylem ve söylemleri ne
olursa olsun HDP’nin bu tavrı devam etmesi lazım. Bilmek gerekiyor ki eğer
HDP’nin bu yaklaşımı olmamış olsaydı havlayan sözde ‘türk milliyetçileri’ gibi bugün
Kürtler de benzer şekilde harekete geçmişlerdi. Öyle olmadığını hepimiz görüyoruz,
Kürtler sadece kendi meşru savunmalarını yapmakla kendilerini sınırladıklarını
görüyoruz. Bunda HDP’nin tavrı rol oynamaktadır. Dolayısıyla HDP’yi takdir
etmemek elden değildir. Sorun sadece 1 Kasım seçimlerinde barajı aşıp aşmamak
değildir, ondan çok öte halklararasında birlikte yaşamaya dair güvenin asgarinin
altına inmesidir. İşte bu noktada HDP bir sibop rolünü oynamaktadır. Bu süreçte
en fazla zorlanan ve aynı zamanda da en fazla ağır yük altında olan HDP ve onun
birincil derecede sorumlusu olan Selahattin Demirtaş’dir. Umarım ve umarız HDP
bu tarihi misyonunu başaracaktır.
Ahmet DERE / 13. 09. 2015