DAEŞ teröristlerinin
13 Kasım’da Paris’te yaptıkları barbarca
saldırılarından sonra Fransa Charles de Gaule uçak gemisini Körfez’e gönderdi.
Zaten yıllardır Ortadoğu’da sürmekte olan savaş farklı yöntemler ve bahanelerle
daha da tırmanacağını tahmin ediyorduk. Fransa ile Rus’yanın yakınlaşmaya doğru
evrilen ilişkileri ise gizliden gizliye bazı güçleri rahatsız etmeye
başlamıştı. İşte tam da bu sırada Rus savaş uçağının Türkiye tarafından
düşürülmesi, zaten sıcak olan Ortadoğuyu daha da ısıtmıştır. Dolayısyla
girdiğimiz süreç, genelde dünya için, özelikle de Ortadoğu için hem çok tehlikeli
hem de yepyeni çıkar ilişkilerini ve de dünya düzenini yaratacağa benziyor.
Paris
Saldırılarından sonra François Hollande azalan popülaritesini de yükseltmeyi umarak
diplomatik bir atağa geçti. Bir taraftan AB içinde başlıca rol oynayan bir
ülkenin lideri olarak mütefiklerini DAEŞ’e karşı daha aktif rol oynamaya davet
ederken, diğer taraftan da NATO’nun lideri konumunda olan ABD’ye gider Obama’nın aktif desteğini almaya
çalıştı. ABD’den döner dönmez bu sefer Moskova’ya gidip Putin ile ortak hareket
etmeyi istemektedir. Tüm bunları yaparken de Fransa Halkına koruyuculuk
yaptığını göstermeyi de ihmal etmemektedir. 13 Kasım’dan bu yana ulusal bazda
yapılan törenlere ve güvenlik ile ilgili toplantılara olağanüstü bir gayretle
katılmaktadır.
13 Kasım’dan
bu yana başta Fransa ve Belçika’da olmak üzere, Avrupa’nın tümünde ciddi bir
güvenlik alarmı yaşanmaktadır. Bunu bizzat burada yasayan bizler günlük hayatta
daha iyi farkediyoruz. Bu durumun yaşanmasında en fazla hedef tahtasında olan
ise Ortadoğudur. Dolayısıyla giderek ısınan ve yeni « gelişmeler »e
açık olan bölgemiz 2016 yılında daha ciddi bir altüst oluşu yaşayacaktır diye
düşünüyorum. İyi mi olur ? orasını gelişmeler gösterecektir. Ancak
dışarıdan yapılan her müdahaleye basma kalıp ideolojik yaklaşımlarla ‘kötüdür’
deyip geçen biri değilim, zira Ortadoğu’nun yerlisi olarak bildiğimiz güçlerin
ne durumda olduklarını, nasıl bir geleceğe umut vaatettiklerini biliyoruz.
Yükarıda
yazdıklarımdan hareketle 2016 yılının çok ama çok sıcak geçeceğini tekrarlamaya
gerek yoktur. Önümüzdeki yıl Rusya-Türkiye-NATO-Bağlantısız Güçler dörtgeninde bayağı
ciddi bir bilek güreşine tanıklık yapacağız.
Avrupa Konseyi ve Türkiye
Geçen
günlerde Avrupa Konseyi’nde yetkili bir eski dostumla sohbet ederken konu
Türkiye’ye kaydı. Zaten bu gibi kurumlarda tanıdığım her dost ve arkadaşlarla
her biraraya geldiğimizde konu dönüp dolaşıp Türkiye’ye geliyor. Sebebi
malumdur….
1 Kasım
seçimlerinden sonra ilk defaydı (burada ismini vermek istemiyorum) sözkonusu bu
dostum ile biraraya gelmiştik, dolayısıyla seçimleri, kurulan hükümeti ve benim
özellikle öğrenmek istediğim Avrupa Konseyi’nin Türkiye’ye olan yaklaşımında
bir yeniliğin olup olmamasını konuştuk.
Herşeyden
önce bellirtmek gerekiyor ki Avrupa Konseyi Türkiye’yi yakından izleyen bir
kurumdur. Yapılan her seçimlerde olduğu gibi geçen 1 Kasım seçimlerinde de
kendi izleme mekanizmasını çalıştırmıştır. Fakat benim ve benim gibi düşünen
birçok insanın aksine Avrupa Konseyi 1 Kasım seçimleri konusunda Türkiye’yi pek
elleştirmemektedir, hatta hiç elleştirmemektedir. Seçimlerde, kendine göre,
sadece küçük bazı sorunların yaşandığını tespit etmiş olan bu kurum bunları da
pek tartışma konusu yapmamayı tercih ettiğini farettim. Sadece AKP’nin yeni
Anayasa konusunda Venedik Komisyonuna danışması gerektiğini öneren,
yolsuzluklar konusunda dosyaların daha şefaf bir yargı sürecinden geçirmesini
isteyen bir Avrupa Konseyi tavrı sözkonusudur. Buradan hareketle şunu iyi
anladım ki; TBMM’nin Avrupa Konseyi Delegasyonunda yer alan CHP, MHP ve HDP
üyeleri yeterince görevlerini yerine getirmemişlerdir. Aksi halde eskiden
Türkiye’yi sert bir dille elleştiren Avrupa Konseyi, ülkenin bir bölümünde yaşanan
savaşa, ilan edilen sokağa çıkmalara, gayri resmi olarak yaşanan sıkıyönetimlere,
yolsuzluk ve diğer antidemokratik uygulamalara rağmen bugün Türkiye Hükümetini
destekler manada bir tavır içinde olmazdı, olamazdı.
NOT : Kurulan yeni hükümette Dışişleri
Bakanlığına yeniden Mevlüt Çavuşoğlu’nun getirilmiş olması da Avrupa Konseyi’ni
gayet memnün etmiştir. Zira Mevlüt
Çavuşoğlu daha önceki yıllarda bir dönem Avrupa Konseyi Parlamenterler
Asamblesi’ne başkanlık yapmış biridir. Avrupa Konseyi yaklaşımı üzerinde bunun
da bir etkisi olduğunu düşünüyorum.
Ahmet Gülabi DERE /
27.11.2015