Türkiye’de
Kürt Fobisi çok geçmişe dayanan bir hastalıktır. Osmanlı Imparatorluğu döneminde
Kürdistan Eyaleti olup, Kürtlerin bir kısmının kendi bölgelerinde egemen olmuş olmaları bu
gerçeği değiştirmez. Yeri geldiğinde Kürtlere Özerklik tanınmış, yeri geldiğinde
de onlar hiçe sayılarak her tür kötü müamelelere maruz bırakılmışlardır. Türkiye
Cumhuriyetinin kurulduğu yıllarda da aynı şey sözkonusu olmuştur ; ilk
Meclise Kürt Mebuslar kendi geleneksel kıyafetleriyle katılırken, daha sonra
aynı mebuslar darağacına çekilmişlerdir. Ne yazıkki benzer durumlar bulunduğumuz 21. Yuzyılda da yaşanmaktadır.
Türkler Orta
Asya’dan geldikten sonra en fazla destek gördükleri halk Kürtler olmuştur, 1071
Malazgirt Muharebesini de yine Kürtler sayesinde kazanmış ve böylece Anadolu’ya
giriş yapmışlardır. Osmanlı İmparatorluğu tarihi boyunca karşılaştığı tüm
zorluklara göğüs gerdirmek için yine en fazla ihtiyaç duyduğu Kürtler olmuştur.
Halen çoğu türk siyasetçileri tarafından da sık sık dile getirildiği gibi, Çanakale’de
Kürtler ile Türkler omuz omuza savaşmışlardır. Rus Ordularına karşı yine Kürtlerin
önemli bir gayreti sözkonusu olmuştur.
Türkiye
Cumhuriyeti kurulduktan kısa bir süre sonra kürt fobisi yine hortlamıştır. Oysa ki Cumhuriyet kurulmadan önce Atatürk’ün
en fazla destek gördüğü Kürtler olmuştur. Örneğin Erzurum Kongresinden önce Kürtler
olmasaydı Atatürk’e karşı suikastler yapılıp, farklı sonuçlar ortaya çıkabilirdi.
Cumhuriyetin ilk yıllarında örnek verilebilecek daha bir çok benzer durumlar sözkonusudur.
Geçmişten sıyrılıp
biraz daha yakın tarihe baktığımızda da yine benzer durumları görüyoruz.
1925-1938 yılları arasında Kürdistan’da yapılan katliamlara rağmen Türkiye’nin
gelişiminde Kürtlerin emeği küçümsenemez. Bugün baktığımızda Türkiye’de Kürt
eli değmemiş hiç bir yapı bulamazsınız. Gerek insani güç konusunda olsun,
gerekse de temel potansiyel ve zenginlik kaynakları açısından Türkiye’nin
dayandığı bölge Kürdistan’dır. Yine, özellikle 1970’lerden sonra, Türkiye’nin
ileri görüşlerle tanışmasında, bir anlamda dünya ile daha yakınlaşmasında rol
aynayan devrimci, demokrat ve ilerici görüşlerin yayılması konusunda da Kürtler,
özellikle gençler, kayda değer bir role sahip olmuşlardır. Tüm bunlara rağmen Türkiye’de
kürt fobisi hiçbir zaman etkisini kaybetmemiş, belli kesimler tarafından sürekli
canlı tutulmuştur.
Türkiye’de kürt
fobisi virusu sadece devlet veya sağcılar tarafından canlı tutulmamıştır,
devrimci ve demokrat olarak nitelenen solcuların bir kısmı tarafından da sürekli
beslenmiş ve geliştirilmiştir. Bazı Türk Sol Harekeketleri içinde de yeri geldiğinde
şu savsataya çokça tanık olmuşuzdur ; « Türk, Kürt ayırımı yapmayalım,
hepimiz devrimci ve demokratız ». Amena, bu söze söylenecek pek bir şeyimiz
yoktur ancak, pratikte herşeyin Türkiye için yapıldığını, örneğin hiçbir
faaliyetin kürtçe yapılmadığını, hiç bir Türk Solcusunun kürtçe öğrenmek için uğraş
vermediğini gördük. Konumuz bu olmadığı için burada fazla açmayacağım, ancak
yeri geldiğinde bu hususta geniş tartışabilir, yazı geliştirebilirim.
Gelelim kürt fobisi’nin
Türkiye’de varmış olduğu düzeyine ;
2000’li yıllarda
AKP’nin kurulmasında ve daha sonra da iktidara gelmesinde Kürtlerin rolü yadsınamaz,
bunu en iyi bilen Recep Tayip Erdoğan ve yakın çevresidir. Ne var ki AKP iktidara
geldikten sonra neredeyse devletin bir geleneksel hastalığı haline gelmiş olan kürt
fobisi AKP’de de yerleşerek, daha sonraki yıllarda dışa vurup pratikteki
uygulaması gelişmiştir. AKP’nin bugün Kürdistan’da uyguladığı politikalar kürt fobisinin
kronikleşmiş halidir. Eğer bu hastalık tedaviye tabi tutulmaz ise Türkiye’yi
bir bütün olarak sarıp artık iyileşmesi mümkün olmayan bir düzeye varacaktır. İşte
o zaman Türkiye’de en fazla korkulan « bölünme » yaşanır.
2015 Ağustos
ayında başlayarak günümüze dek artarak devam eden kürt şehirlerini yakma ve yıkma
planı kürt fobisi ne düzeyde ilerlemiş olduğunun bir göstergesidir. Cizre, Sur,
Varto, Yüksekova, Nusaybin, Hezex ve diğer şehirlerimizin yakılması, yıkılması,
sivil insanlarımızın katledilmesi kürt fobisi açmış olduğu ciddi yaralardır, bu
durum kendi başına « bölünme »nin başlangıcı oluyor. Hiç kimse Kürtlere
« bölücü » diyemez, asıl bölücü olan icraatlarıyla kanıtlayan
devletin kendisidir.
Geçen yıldan
beri Kürdistan’da yaşananlardan sonra Kürtler ile Türk Devleti arasında varolan
uçurumun daha da derinleştiğini, bu da ciddi bir güvensizliğe yol açtığını
herkes biliyor. Hele hele AKP’nin Rojava’ya ilişkin duşmanca yaklaşımı bu güvensizliğin
daha ileri düzeye varması için davetiye çıkarmaktadır. 2016 yılı yaşanan çatışmalı
sürecin yatışabileceği bir yıl olmayacağı şimdiden bellidir. Hele hele AKP’nin
artan siyasi uslüpsüzlüğü giderek onun daha da hırçınlaşacağını gösteriyor. Kısacası
gidişat vahimdir, bu durum ne Türk Halkının ne de Türkiye’de yaşayan diğer hiç
bir halkın çıkarına değildir.
Sonuç olarak
ne yapılması gerekiyor sorusuna gelince ;
Herşeyden önce
halkların, halklarımızın çıkarına uygun bir mantığın devreye girmesi önem
arzetmektedir. AKP-Devlet’in Kürdistan’da uygulamaya koyduğu vahşet politikasına
karşı halkların ortak bir iradeli duruş ile karşı çıkmaları kaçınılmaz hale
gelmiştir. Bunu yaparken sadece Kürt Halkı savunulmuş olmayacak, aynı zamanda
Anadolu’da yaşayan tüm halklar savunulmuş olacaktır. Bu vazife artık sadece devrimci
ve demokratların görevi olmaktan çıkmış, aynı zamanda insan olmanın kaçınılmaz
bir ödevi halini almıştır. Bugünlerde Sur’a sahip çıkmak için çeşitli
çevrelerden belli bir ses çıkıyor ancak bunun yeterli olmadığı, Kürdistan ve Türkiye’nin
her yerinden benzer şekilde bir sahip çıkışın yaşanması önemlidir.
Avrupa Birliği‘nin Yaklaşımı
Kürdistan’da
yaşananlara karşı Avrupa ülkelerinden kayda değer bir ses çıkmıyor. Bir süredir
Kürtlerin Strasbourg’da yaptıkları
kitlesel oturma eylemi de pek bir etki yarattığı söylenemez. Çok cuzi de olsa
HDP adına yapılan diplomatik temasların da pek sonuç vermediğini biliyoruz.
Bundan sonra da AB üyesi ülkelerden ve kurumlarından pozitif bir reaksiyonun gösterileceğini
tahmin etmiyorum. Dolayısıyla biz Kürtler ve Türkiyeli Demokrat Çevreler’in AB
ve ona üye devletlerden ciddi bir beklentileri olmamalıdır. Zira mevcut durumda
Türkiye’de biriken Suriyeli göçmenler AB için ciddi bir tehdit oluşturmaktadır.
Geçen yıldan beri AKP bu göçmen kartını AB’ye karşı önemli bir koz olarak kulanıp
taviz almaktadır. Zaten Kürt Sorunu noktasında ikiyüzlü olan AB, AKP’nin göçmen
kartını kulanmasıyla birlikte daha da vurdum duymaz olmuştur. Ne zaman AB kendi
çıkarlarını Kürtlerde görse işte ancak o
zaman AB’nin Kürt Sorunu ile ilgili yaklaşımı değişecektir. Bunun da kısa bir
sürede olmayacağını düşünürsek AB’nin Türkiye’ye karşı ses çıkarması pek
beklenmemelidir.
Ahmet
Güabi DERE / 02.03.2016