Bu yazının
esas konusu AP’de Kürtçe Konuşulması ile ilgili değildir, benim dikkat çekmek
istdiğim husus Batılı Güçlerin Êzîdî Kürtlere ilişkin politikalarıdır.
Ödül alan
Êzîdî Kürt Kadınları üzerinden Batılı Güçler Êzîdî Kürtlere ilişkin ortak bir
yaklaşım sergiliyorlar. Nadia Mourad ve Lamiya Aji Bashar sembolik olarak
seçilmiş iki kürt kadınıdır. Onların yaşadıkları ve DAEŞ’in elinden kaçarak
kurtulmaları bir vesile olmuştur Batılı Güçler için. Nadia ve Lamiya olmasaydı
başka iki veya üç Êzîdî Kürt benzer bir ilgi alanına alınacaklardı, ki buna musait
yüzlerce Êzîdî Kadın veya Erkek vardır.
Herşeyden önce
Batılı Güçler (Amerika ve Avrupa Birliği) Êzîdîleri genel Kürtlerden farklı ele
alıyorlar. Yani onları sadece ayrı bir inanca mensup olan bir topluluk olarak
değil, aynı zamanda ve giderek Êzîdîleri ayrı bir etnisiteye mensup bir azınlık
olarak görüyorlar. Yani Êzîdîleri Kadim Kürt Halkının bir parçası olarak görmek
istemiyorlar.
Avrupa Birliğinin
bu yaklaşımı 13 Aralık günü Strasbourg’daki Genel Kurul Salonunda yapılan ödül
töreninde çok açık bir şekilde görüldü. AP Başkanı Martin Shulz ödül töreninde
yaptığı konuşmada tek bir kere bile « Kürt » kelimesini kulanmadı.
Êzîdî Kürt Kadınlarına verilen Sakharov Düşünce Özgürlüğü vesilesiyle yazılan
hiçbir belgede « Kürt » ve « Kürdistan » kelimeleri geçmiyor.
Hatta Batılı Güçlerin bu yaklaşımı ödül alan Kürt Kadınlarına da yansımış olmalı
ki onlar da yaptıkları konuşmada tek bir kere bile olsun « Kürt »
kelimesini kulanmadılar. DAEŞ tarafından yapılan zülüme sadece Êzîdî oldukları
için maruz kaldıklarını tekrarlayıp durdular. Oysa gerçek öyle değildir, DAEŞ
için tüm Kürtler düşman olarak görülüyor.
Batılı güçlerin
bu yaklaşımı karşısında Êzîdî Kürtlerin tütümü ve duruşu çok önemlidir. Eğer
onlar da Nadia ve Lamiya gibi davranırlarsa, ne yazık ki, çok yakında Êzîdîler Kürtlerden
ayrı bir topluluk olarak algılanıp giderek Kürt ve Kürdistan gerçekliğinden
uzaklaşacaklardır. Böyle devam ederse Kürdistan’da kalan Êzîdîler de Avrupa’ya
getirilecek, yavaş yavaş kiliselere de yönlendirilerek böylece Êzîdîlikten de
uzaklaştırılacaklardır. Zaten Avrupa’da yaşayan Êzîdîlerin belli bir kısmı şimdiden
kendi öz inançları olan Êzîdîlikten uzaklaşıp Hiristiyanlaşmaya çok açık olmuşlardır.
Avrupa
Parlamentosundan önce Birleşmiş Milletler de Nadia Mourad’a ödül vermişti, ona
iyi niyet elçisi sıfatını vermişti. Yine, Ekim 2016’da Avrupa Konseyi de Nadia
Mourad’a Vaclav Havel İnsan Hakları ödülünü vermişti. Tüm bu ödüller iyi,
güzeldir. Eğer amaç gerçekten Êzîdîleri, kendi esas etnik kimllikleriyle, dini
inançlarıyla, kültürleriyle tanımak, korumak ve onların haklarını savunmak
olursa biz buna ancak seviniriz. Ne var ki öyle değildir, amaç çok farklıdır.
Batılı Güçlerin
bu yaklaşımına karşı Êzîdîleri temsil eden kurumların çok duyarlı olmaları
gerekiyor. Halkımızın gerçekliğinin ayrılamaz bir parçası olan Êzîdî inancına
mensüp halkımızın bir kısmına karşı bu asimilasyoncu politikalara karşı tüm Kürt
Kurumları üzerine düşen görevler vardır. Gerek Kürdistan’da gerekse de Avrupa
ve Kafkasya’da ve dünyanın diğer alanlarında bulunan Kürtler bu noktadan
hareketle daha dikkatli, duyarlı ve bilinçli olup ona göre davranmak durumundadır.
Subjektif olarak olaya bakıldığında Batılı Güçlerin yaklaşımı sanki Êzîdî
Kürtleri koruma ve onları çeşitli baskı ve zülümlere karşı savunma gibi gelebilir,
fakat olayın gerçek yüzü öyle değildir, bu yaklaşımın amacı çok tehlikeli ve
yokedicidir.
Bugün
Êzîdîlerle ilgili yapılmak istenenlerin benzeri Kürt Alevilerine yönelik de
pratikleştirilmek isteniyor. Batıda, özellikle Avrupa’da konu Kürt Aleviler
olunca çoğu çevreler mümkün mertebe « Kürt » ve Kürdistan »
kelimelerini kulanmamaya özen gösteriyorlar. Bu yaklaşımı biraz derinlemesine
irdelersek altında tehlikeli bir amacın yattığını görürüz. Alevi Kürt Kurumlarının
belli bir düzeyde bilinçli ve duyarlı davranmaları nedeniyle Batılı Güçlerin
onlara yönelik politikaları kolay kolay pratikleşemiyor. Ancak Êzîdîler için aynı şey sözkonusu değildir,
onlara yönelik tehlike kapıdadır.
Ahmet DERE / 20.12.2016