25 Eylül’de Güney Kürdistan’da yapılan Bağımsızlık Referandumu hem Kürtleri, hemde dostlarını sevindirmişti. Kürtler (bir parçada da olsa) ilk defa kendi kaderini tayin etme noktasında seçimli bir adım atmıştı, yüzde 93 civarında bir « Evet » ile Güney Kürdistan Yönetimine ‘Bağımsızlığı ilan etme’ yetkisini vermişti. Bu durum tüm Kürtlerde umut yarattığı gibi düşmanlarını da büyük bir korku ve panik içine sürüklemişti.
Şimdi
anlaşılıyor ki Güney Kürdistan Yönetimi attığı bu adımın sonuçlarını ve de
gerekliliğini iyi hesap etmemiştir. Sözkonusu Kürtler olunca sömürgeci güçlerin
tüm sorunlarını bir tarafa bırakıp birlikte hareket ettikleri gerçegi, ne yazık
ki Güney Kürdistan Yönetimi tarafından anlaşılmamıştı. Bu ciddi bir zaaf. Bir
asırdır özgürlük mücadelesi veren güneyli güçlerin böyle bir zaafı yaşamaları
hiçbir gerekçe ile izah edilemez.
Referandum’dan
sonra, Başta İrak Merkezi Hükümeti olmak üzere, İran ve Türkiye’nin tehditleri
gelişti. Sınırlar kapatılarak ambargo uygulandı. Türkiye Güney Kürdistan sınırında
askeri tatbikat yaparak sözkonusu Kürdistan parçasını da işgal edeceği
sinyalini verdi. Irak Merkezi Hükümeti hem tehditler savurdu, hemde şartlı
olarak diyalog çağrılarını yaptı. İran ise İrak’ta kendine bağlı olan siyasi ve
askeri gücünü kulanarak her an saldırabileceğinin sinyalini verdi. Tüm bunlara
rağmen Güney Kürdistan Yönetimi Hewler’de ‘rahat’mış, olabilecek saldırılara
karşı kendini savunabilecekmiş gibi bir hava yarattı. Dışarıdan bakıldığında sözkonusu
yönetimin her tehdite karşı gerekli önlemi aldığı gibi bir görüntü yaratılmıştı.
Hatta bir saldırı durumunda herkesin savaşabileceği, ölümüne mücadele edeceği
biçiminde açıklamalar yapılıyordu. Doğal olarak çoğu Kürtler tarafından bu
durum ‘umut’ verici gibi görülüyordu.
Tüm
bunlara rağmen 15 Ekim’de başlayan Haşdi Şabi ve İrak ordusunun saldırısı ciddi
bir engel ile karşılaşmadan Kerkük’e ve çevresindeki kasabalara girdi. Bir asırdır
özgürlük mücadelesi yürüten ve son 27 yıldır da düzenli ordu sistemine girmeye
çalışan Peşmerge gücünün böyle bir ‘hezimeti’ yaşaması doğal olarak çoğu Kürtlerde
tepki yaratmıştır. Güney’li güçlerin kendi aralarında ne gibi sorunları yaşadıkları,
Kerkük ile ilgili ne gibi çıkar hesapları yaptıklarını bilemiyoruz ancak
objektif olarak yaşanan bir hezimettir, güvenkırıcıdır ve de bu durumun negatif
izleri uzun bir süre silinemez. Dolayısıyla 15 Ekim’den bu yana Güney Kürdistan
Yönetimine karşı Kürtler’de gelişen tepkiye anlam verilmelidir. Bu nedenle de
Barzan’inin çağrılarına rağmen Avrupa’da yaşayan Kürtler, nazarı itibare
alınacak düzeyde sokaklara çıkmadılar, Kerkük işgaline karşı Güney Kürdistan Yönetimine
destek verici bir eylemde bulunmadılar (Küçük çaplı bazı protestolar dışında).
Sözkonusu bu sesizlik ve de eylemsizlik Kerkük’ün İrak ve İran tarafından işgalini
onaylama anlamına gelmiyor, bu daha ziyade Barzani-Talabani ve genel olarak Güney
Kürdistan Yönetimine karşı bir protestodur.
Kerkük
ile alakalı olarak çok şey konuşuluyor, yazılıp çiziliyor. Kimine göre Barzani
Kerkük’ü satmıştır, kimine gore de Talabani ailesi İran ile anlaşmıştır.
YNK’nin yaptığı son açıklamalara bakıldığında YNK ile Talabani ailesi arasında
ciddi çelişkilerin olduğu anlaşılmakla birlikte, Kerkük ile ilgili KDP’yi
suçlayıcı bir uslüp kulanılmaktadır. Dolayısıyla Güneyli güçler arasında ne
gibi anlaşmasızlıkların yaşandığını bir tarafa bırakarak bizi ilgilendiren
nokta neden savaşılmadığıdır. Bunca yıldır verilen mücadele, on binlerce şehide
rağmen neden bu hezimet ?. Hiç bir yurtsever Kürt bu durumu kabulenmez,
kabulenmemelidir.
Ne
olacak bundan sonra ?
Yapılan
açıklamalara bakıldığında, Güney Kürdistan Yönetimi Bağdat ile diyaloga hazır
olduğunu, 25 Eylül’de yapılan Referandum’u askıya aldığını belirtmesine rağmen
İrak hükümeti savaşta ısrarlı olduğunu gösteriyor. Zafer sarhoşluğuna girmiş
bir hali sözkonusudur. Son haberlere göre bazı yerlerde İrak ordusu ile
peşmergeler arasında çatışmalar yaşanıyor. Öyle görülüyor ki İrak, İran ve
Türkiye kendi aralarında anlaşarak Kürtlerin Güney’de elde ettikleri hakları
gasp edecekler. Gidişat bunu gösterirken ABD’den ciddi bir ses çıkmıyor.
Kerkük’e İrak Merkezi Hükümetinden daha çok İran’ın girmiş olduğunu biliyoruz.
Buna rağmen ABD’den kayda değer bir açıklamanın yapılmaması manidardır.
Kerkük
ile ilgili KDP ve YNK’nin gizli planları ne olursa olsun yaşanan objektif durum
yıllardır elde edilmiş olan kazanımların bertaraf edilmesine yol açmıştır. Ne
KDP nede YNK artık Kürtler tarafından eski değeri görmeleri mümkün olamaz.
Güney
Kürdistan’da yeni bir hava esiyor. Zorlu bir süreçtir bu. Yapılan hattalardan
da ders çıkarılarak Güney Kürdistan’da yeni bir siyasi zihniyetin ve şehitlerin
anısına bağlılığın gerekliliği olarak da mücadeleci bir ruhun geliştirilmesine
ihtiyaç vardır.
Bir
not olarak şunu da belirteyim ; Kerkük işgalinden sonra Güney Kürdistan
Yönetiminin girmiş olduğu zor duruma sevinen bazı kürt çevreler vardır.
Özellikle sosyal medya üzerinden sevinçlerini haykıranlar da sözkonusudur. Guya
sözkonusu çevreler KDP ve YNK’nin feodal, aşiretçi yapılarından rahatsız olup,
yaşanan bu durumun onlara bir darbe olduğunu ileri sürüyorlar. Bu yaklaşım
yanlıştır, zira KDP ve YNK’nin yaptıkları hatta sadece onlara zarar vermiyor,
tüm Kürtlere zarar veriyor. Eğer Kürtlere bir zarar veriliyorsa, kaynağı
nereden gelirse gelsin zarardır, savunulamaz, savunulmamalıdır.
Ahmet Gülabi
DERE /
28.10.2017