20 Aralık 2016 Salı

Batılı Güçlerin Êzîdî Kürtlere Yaklaşımı

Geçen hafta (13 Aralık 2016) Avrupa Parlamentosu (AP) Genel Kurulunda iki Êzîdî Kürt Kadınına Sakharov Düşünce Özgürlüğü ödülü takdim edildi. AP tarihinde  bu ikinci kez oldu Genel Kurul Salonunda kürtçe konuşma yapılıyor. Daha önce, 1994’te aynı ödüle layık görülen ve ödülünü ancak 2003’te alabilen Leyla Zana kısa bir kürtçe konuşmayı AP’nin Brüksel’deki Genel Kurul Salonunda yapmıştı, bu sefer de Êzîdî Kürt Kızı Lamiya Aji Bashar kendi ana dilinde AP milletvekillerine hitap etti. Diğer Êzîdî Kürt Kızı Nadia Mourad ise arapça konuştu. Kürtleri ayrı bir halk olarak resmen tanımayan Avrupa Birliği’nin Parlamentosunun Genel Kurulunda kürtçenin konuşulmasını ve AB’ye üye olan ülkelerin dillerine çevirilmesini önemsiyorum. AP’de yapılan çeşitli konferans ve toplantılarda yer yer kürtçe konuşulmuştur, konuşulabiliyor ancak Genel Kurul öyle değil, bu kurumun tarihinde sadece iki kezdir kürtçe konuşuluyor, dolayısıyla önemlidir.

Bu yazının esas konusu AP’de Kürtçe Konuşulması ile ilgili değildir, benim dikkat çekmek istdiğim husus Batılı Güçlerin Êzîdî Kürtlere ilişkin politikalarıdır.

Ödül alan Êzîdî Kürt Kadınları üzerinden Batılı Güçler Êzîdî Kürtlere ilişkin ortak bir yaklaşım sergiliyorlar. Nadia Mourad ve Lamiya Aji Bashar sembolik olarak seçilmiş iki kürt kadınıdır. Onların yaşadıkları ve DAEŞ’in elinden kaçarak kurtulmaları bir vesile olmuştur Batılı Güçler için. Nadia ve Lamiya olmasaydı başka iki veya üç Êzîdî Kürt benzer bir ilgi alanına alınacaklardı, ki buna musait yüzlerce Êzîdî Kadın veya Erkek vardır.

Herşeyden önce Batılı Güçler (Amerika ve Avrupa Birliği) Êzîdîleri genel Kürtlerden farklı ele alıyorlar. Yani onları sadece ayrı bir inanca mensup olan bir topluluk olarak değil, aynı zamanda ve giderek Êzîdîleri ayrı bir etnisiteye mensup bir azınlık olarak görüyorlar. Yani Êzîdîleri Kadim Kürt Halkının bir parçası olarak görmek istemiyorlar.

Avrupa Birliğinin bu yaklaşımı 13 Aralık günü Strasbourg’daki Genel Kurul Salonunda yapılan ödül töreninde çok açık bir şekilde görüldü. AP Başkanı Martin Shulz ödül töreninde yaptığı konuşmada tek bir kere bile « Kürt » kelimesini kulanmadı. Êzîdî Kürt Kadınlarına verilen Sakharov Düşünce Özgürlüğü vesilesiyle yazılan hiçbir belgede « Kürt » ve « Kürdistan » kelimeleri geçmiyor. Hatta Batılı Güçlerin bu yaklaşımı ödül alan Kürt Kadınlarına da yansımış olmalı ki onlar da yaptıkları konuşmada tek bir kere bile olsun « Kürt » kelimesini kulanmadılar. DAEŞ tarafından yapılan zülüme sadece Êzîdî oldukları için maruz kaldıklarını tekrarlayıp durdular. Oysa gerçek öyle değildir, DAEŞ için tüm Kürtler düşman olarak görülüyor.

Batılı güçlerin bu yaklaşımı karşısında Êzîdî Kürtlerin tütümü ve duruşu çok önemlidir. Eğer onlar da Nadia ve Lamiya gibi davranırlarsa, ne yazık ki, çok yakında Êzîdîler Kürtlerden ayrı bir topluluk olarak algılanıp giderek Kürt ve Kürdistan gerçekliğinden uzaklaşacaklardır. Böyle devam ederse Kürdistan’da kalan Êzîdîler de Avrupa’ya getirilecek, yavaş yavaş kiliselere de yönlendirilerek böylece Êzîdîlikten de uzaklaştırılacaklardır. Zaten Avrupa’da yaşayan Êzîdîlerin belli bir kısmı şimdiden kendi öz inançları olan Êzîdîlikten uzaklaşıp Hiristiyanlaşmaya çok açık olmuşlardır.

Avrupa Parlamentosundan önce Birleşmiş Milletler de Nadia Mourad’a ödül vermişti, ona iyi niyet elçisi sıfatını vermişti. Yine, Ekim 2016’da Avrupa Konseyi de Nadia Mourad’a Vaclav Havel İnsan Hakları ödülünü vermişti. Tüm bu ödüller iyi, güzeldir. Eğer amaç gerçekten Êzîdîleri, kendi esas etnik kimllikleriyle, dini inançlarıyla, kültürleriyle tanımak, korumak ve onların haklarını savunmak olursa biz buna ancak seviniriz. Ne var ki öyle değildir, amaç çok farklıdır.

Batılı Güçlerin bu yaklaşımına karşı Êzîdîleri temsil eden kurumların çok duyarlı olmaları gerekiyor. Halkımızın gerçekliğinin ayrılamaz bir parçası olan Êzîdî inancına mensüp halkımızın bir kısmına karşı bu asimilasyoncu politikalara karşı tüm Kürt Kurumları üzerine düşen görevler vardır. Gerek Kürdistan’da gerekse de Avrupa ve Kafkasya’da ve dünyanın diğer alanlarında bulunan Kürtler bu noktadan hareketle daha dikkatli, duyarlı ve bilinçli olup ona göre davranmak durumundadır. Subjektif olarak olaya bakıldığında Batılı Güçlerin yaklaşımı sanki Êzîdî Kürtleri koruma ve onları çeşitli baskı ve zülümlere karşı savunma gibi gelebilir, fakat olayın gerçek yüzü öyle değildir, bu yaklaşımın amacı çok tehlikeli ve yokedicidir.

Bugün Êzîdîlerle ilgili yapılmak istenenlerin benzeri Kürt Alevilerine yönelik de pratikleştirilmek isteniyor. Batıda, özellikle Avrupa’da konu Kürt Aleviler olunca çoğu çevreler mümkün mertebe « Kürt » ve Kürdistan » kelimelerini kulanmamaya özen gösteriyorlar. Bu yaklaşımı biraz derinlemesine irdelersek altında tehlikeli bir amacın yattığını görürüz. Alevi Kürt Kurumlarının belli bir düzeyde bilinçli ve duyarlı davranmaları nedeniyle Batılı Güçlerin onlara yönelik politikaları kolay kolay pratikleşemiyor.  Ancak Êzîdîler için aynı şey sözkonusu değildir, onlara yönelik tehlike kapıdadır.

Ahmet DERE  /  20.12.2016

24 Ekim 2016 Pazartesi

EUTELSAT ve Kürt Televizyonları


15 Temmuz 2016’dan sonra ilan edilen Olağanüstü Hal’in ardından Türkiye’yi yavaş yavaş karanlık bir sis perdesi kaplamaya başlamıştır. 15 Temmuz gibi muamalı bir ‘darbe‘ girişiminden sonra ilan edilen OHAL’in Türkiye Halkları açısından hayırlı bir gelişme yaratmayacağını tahmin ediyorduk. Kısa bir süre sonra neticesi ortaya çıktı ; kapatılan TV Kanalları, Radyolar, Gazeteler, Dergiler ….. ve diğer hak ihlaleri.

Kapatılan yayın ve basın kurumları arasında ağırlıkta Kürtlere ait olanları bulunmaktadır. OHAL’in etkisi sadece Türkiye ile sınırlı kalmadı, yıllardan beridir Avrupa’da yayın yapan Med Nuçe, Newroz TV gibi televizyon kanallarının yayınları da durduruldu. Bir Fransız Kuruluşu olan EUTELSAT AKP Hükümetinin  rüşvet talebine boyun eğerek Med Nuçe ve Newroz TV’nin yayınlarını kesmiştir. Günlerdir Kürtler EUTELSAT’ı protesto ediyorlar, bir an önce bu hukuksuz kararından vazgeçmesini talep ediyorlar. Henüz bir gelişme yok, olabileceği konusunda da bir işaret görülmemektedir.

Demokratik toplumlarda basın ve yayın özgürlüğü temel hakların başında geliyor. Bir toplumun basın ve yayın kurumları özgür olmadıkça onun özgür düşünmesi, özgürce yaşayabilmesi düşünülemez. Dolayısıyla Türkiye’de bu hak garanti altına alınmadığı müddetçe kimse toplumun temel insani haklarından bahsedemez. Ne var ki sözde özgürlük, eşitlik ve kardeşlik ülkesi olarak bilinen Fransa’nın EUTELSAT gibi bir kurumu da Türkiye’nin bu kirli emellerine destek vermiştir, cesaretlendirerek benzer durumları sürdürmesinde arka çıkmaktadır. Fransa gibi bir ülkeye yakışmayan bu duruma karşı, ne yazık ki fazla ses çıkaran da yoktur.

Kürt TV Kanalları, özellikle Med Nuçe, Newroz TV gibi televizyonlar neye hizmet ediyorlardı da kapatıldılar ? Bu sorunun cevabı açık ve net : Sözkonusu TV Kanalları Kürtçe yayın yapıyorlardı, kürt kültürünün gelişmesine hizmet ediyorlardı ve, en önemlisi de, Kürt Sorunu ile ilgili yayın yapıyor, Kürtleri bilgilendiriyorlardı. Kimine göre bu TV Kanalları aynı zamanda PKK’nin propagandasını da yapıyorlardı, kimine göre ise yaptıkları objektif haberciliktir. Hiçbir demokratik kıstasa göre bir TV Kanalı yayın yapma hakkından men edilemez, yayını durdurulamaz. Eğer herhangi bir yayın kurumu toplumun zararına olan bir haberi veya programı yayınlıyorsa o zaman yapılması gereken şudur ; sözkonusu TV kanalına karşı dava açılır ve yaptığı ilgili yayınından dolayı ceza verilir. Buradan bakıldığında, özellikle Med Nuçe ve Newroz TV, Fransız yargı organlarının herhangi bir kararı olmadan infaz edilmişlerdir.

Avrupa Konseyi’nin merkezi Fransa’nın Strasbourg kentindedir. Bu kurum aynı zamanda İnsan Hakları Evrensel Beyanamesinin de ana koruyucusudur. Ne yazık ki bu kurumun Med Nuçe ve Newroz TV’nin maruz kaldıkları adaletsizliğe karşı sesi sedası çıkmamış, çıkmıyor. Görüştüğüm bazı yetkilileri, ismini açıklamak istemeden, sözkonusu Kürt TV Kanallarının bu şekilde susturulmasının doğru olmadığını bellirtiyor olsalar da iş resmiyete gelince ses çıkarmamaktadırlar. Avrupa’nın birçok kentlerinde günlerdir Kürtlerin yaptıkları protesto eylemlerine karşı Avrupa devletleri, sivil toplum kuruluşları ve aynı zamanda da kamuoyu 3 maymunu oynuyorlar. Kürt kimliğimle değil, bir gazeteci ve aynı zamanda da yayıncı olarak sözkonusu bu TV Kanallarına karşı  yapılanları demokrasi adına Avrupa için kabul edilmemesi gereken bir durum olarak görüyorum. Fransız makamlarının bir an önce bu duruma son verip ilgili TV Kanallarının yayın hakkını teslim etmeleri lazım.

Ahmet DERE  /  24.10.2016

29 Eylül 2016 Perşembe

Kolombiya’da Barış…..


Kolombiya’da 52 yıldır süren gerilla savaşı nihayet sonuçlandı. 27 Eylül günü Küba Devlet Başkanı Raul Castro’nun da hazır bulunduğu bir törenle Kolombiya Hükümeti ile FARC (Kolombiya Devrimci Silahlı Kuvvetleri) arasında Barış Antlaşması imzalandı. Böylece Kolombiya Hükümeti barış konusunda samimiyetini göstererek 52 yıldır süren çatışma sürecini bittirdi. Yapılan anlaşmaya göre belli bir sürece bağlı olarak gerillalar silahlarını bırakacaklar.

Bilindiği üzere 1950'li yıllarda Kolombiya’da ki köylüler ile ülkenin ekonomisini elinde tutan elitleri arasında çatışmaların başlaması sonucu gerilla savaşına yol açan uzun bir süreç başlamıştı. FARC, örgüt olarak 1964 yılında ortaya çıktı. Daha önceden devam eden gerilla savaşı, FARC öncülüğünde 52 yıl sürdü. 27 Eylül’e kadar da Latin Amerika’da en aktif silahlı devrimci hareketlerinden biriydi FARC.

FARC gerillaları ile Kolombiya Hükümeti arasında imzalanan barış antlaşması başta Kolombiya’da olmak üzere Latin Amerika’da yeni bir süreci başlatıyor. Gerilaların askeri hayattan sivil hayata geçişte elbete karşı karşıya kalacağı bir takım sıkıntılar olacaktır. Yıllardır hayatını tamamen gerillaya ve dağ şartlarına göre ayarlamış olanların bireysel yaşama adapte olmaları ve büyük kent merkezlerinin günlük yaşamına ayak uydurmaları pek kolay olmayacaktır. Ancak önemli olan husus şudur: her iki tarafın da barışta samimi olmaları, kalıcı barışın sağlanabilmesi için fedakarlık yapmalarıdır. Samimiyet ve fedakarlık olduktan sonra barışın kalıcı olmaması için bir neden yoktur.

1964 yılından bu yana, Kolombiyalı Hükümetler ile gerillalar arasında bir çok defa müzakereler yapıldı. Ancak hiç bir zaman gerçek bir barış antlaşması imzalanmadı.

2010 yılında Kolombiya’da Devlet Başkanılğına seçilen Juan Manuel Santos’un ilk hedefi de gerillayı ezmekti, bunun için çok uğraşmıştı. Başaramayacağını anlayınca da, özellikle 2014 yılında tekrar Devlet Başkanlığına seçilmesiyle beraber, FARC gerillaları ile  müzakere masasına oturdu. Yürütülen bu sürece Küba Devlet Başkanı Raul Castro’nun da arabuluculuk yapmasıyla 23 Haziran 2016 günü iki tarafın biraraya gelerek ateşkes yapmaları sağlanmıştı. 27 Eylül’de imzalanan antlaşmayla birlikte Barış Süreci resmen başlamış oluyor.

Kolombiya’da yaşanan bu Barış Süreci neden Kürtler ile Türkiye Cumhuriyeti  için de örnek teşkil etmesin ?  Barışa giden yol medeniyetten geçer gerçeği doğru bir tespittir. Medeni olduğunu iddia eden topluluklar kolay kolay çatışmalara vesile olabilecek sorunların yaşanmasına yol açmazlar, açmamalıdırlar. Dolayısıyla geçmişi bir tarafa bırakır olursak, gelinen aşamada Türkiye’de yaşanan çatışmalı sürece medeni bir çözümün bulunması zamanı gelmiştir, hatta geçiyor.

Medeniyetin Beşiği olarak bilinen Mezopotamya ile Latin Amerika arasında ne fark var ? Sadece şu fark olabilir ; Kolombiya ile FARC gerillaları arasında arabuluculuk yapan Küba gibi bir ülkenin bize komşu olmamasıdır. 23 Haziran’da varılan ateşkeste olduğu gibi, 27 Eylül’de imzalanan Barış Antlaşmasında da Küba’nın rolü yadsınamaz. Ne varki Türkiye’ye ve Kürtler’e komşu Küba gibi bir ülke yoktur, varolan komşularımız medeniyetten pek nasibini almamış olanlardır !

Küba gibi bir komşu olmadan da Barış sağlanamaz mı ? Sağlanır elbette, yeter ki medeni düşünen yöneticiler olsun.

Kolombiya’da Barış sağlandı, darısı ülkemizin ve bir cümle bölgemizin başına……..

Ahmet DERE  /  28.09.2016


12 Ağustos 2016 Cuma

Pirtûk û Wêje : Yazar Ahmet Gülabi Dere ile Söyleşi


Pirtûk û Wêje söyleşiler dizimize bu defa yine üretken bir Kürt yazarı ile devam ediyoruz. Uzun yıllardır sürgünde yaşayan çok dilli Yazar Ahmet Gülabi Dere sorularımızı şöyle yanıtladı.


Kısaca eserlerinizi ve kendinizi tanıtır mısınız?

1971 Varto doğumluyum. 1987 yılında Avrupa'ya çıktım ve o tarihten beri siyasi mülteci olarak Avrupa’da yaşıyorum. Siyasi ve entelektüel çalışmalarımdan ötürü Türkiye’de hakımda açılan çok sayıda dava olduğu için kendi ülkeme gidemiyorum.

1993-2009 yılları arasında Avrupa'daki Kürt kurumlarında aktif olarak çalıştım, bu süre zarfında Fransa, Rusya ve Balkan ülkelerinde de Kürt Diplomasisinin temsilcilğini yaptım. 2003-2009 yılları arasında Kürdistan Ulusal Kongresi (KNK) üyesi oldum ve bu kurumun diplomasi çalışmalarında sorumluluk üstlendim. Avrupa Parlamentosu, Avrupa Konseyi ve diğer birçok kurumda üst düzey temaslarım olmuştur.

2009 yılının sonunda KNK üyeliğinden istifa ettim, o tarihten beri serbest gazeteci ve yazar olarak çalışıyorum. Ayrıca Avantaj Post adında aylık bir de dergi çıkarıyorum, bu derginin hem sahibiyim, hem de editörlüğünü yapmaktayım.

Şimdiye kadar 5 kitabım yayınlanmıştır. Çok sayıda gazete ve dergilerde yazılarım yayınlanmıştır. Bunlardan bazıları; Axina Welat, Azadiya Welat, Özgür Politika, Le Monde Diplomatique, Rudaw, Avantaj Post vb gibi gazete ve dergiler. 1995 yılında Rusya'da çıkan Axîna Welat gazetesinin kurucusu ve iki yıl boyunca da başyazarlığını yaptım.

Ayrıca Aktüel Bakış, Amida Kurd, Bruxelles Kürt Enstitüsü, Kürdistan News Net, PEN a Kurd, Hakkari Haber, Diyarbakır Haber vbg çok sayıda sitelerde de kürtçe, fransızca ve türkçe yazılarım yayınlanmış, yayınlanmaktadır.

Yazdığım ilk kürtçe kitabım olan "Yekîtiya Ewropayê û Rastiya Kurd" birinci baskısı 2008 Eylül ayında, Mezopotamya Yayınlarından, ikinci baskısı ise 2011 yılında HAN Yayınlarından çıkmıştır. İkinci kitap çalışmam ise "İnkar Edilemeyen Halk, Kürtler" ismiyle Yunanca dilinde, 2009 Nisan ayında Gordios yayınevinden çıkmıştır. Üçüncü kitabım "21. Yüzyılda Kürtler" Türkçe olup Gordios yayınları tarafından 2009 yılında çıktı. Dördüncü kitabım "Les Kurdes, La Turquie et les Forces Internationales" fransızca olarak kaleme alınmış, 2010 yılı Mayıs ayında HAN yayınlarından çıkmıştır. Beşinci  kitabım ise Kürt Demokratik Mücadelesini konu alan kürtçe roman "Evîna Azadiyê" birinci cildi Ocak 2013'te HAN Yayınlarından çıkmıştır.

2009 yılından beri Kürt ve Uluslararası PEN üyesiyim. Sınırsız Gazeteciler Örgütü, Strasbourg Basın Clubu üyesi olup aynı zamanda başka birçok Uluslararası Kurumlarda da Gazetecilik Akreditesine sahibim.

Biri size edebi anlayışınızı sorsa nasıl yanıtlardınız?

Ben edebiyatı hayatın önemli bir parçası olarak görüyorum. Edebiyat önce dilden başlar, günlük yaşama şekil verir. Biz Kürtlerin dili sömürgeci devletler tarafından zincirlere vurulduğu için maalesef edebiyatımız da pek gelişmemiştir. Edebiyatı gelişmeyen bir toplumun doğal olarak yaşamı da çok iyi veya istendiği gibi şekillenemiyor. Toplumumuzun en zayıf noktası buradan başlıyor. Bu nedenle benim edebiyat anlayışım önce Anadildir, sonra onunla şekilenen Yurtseverliktir ve bununla da yoğrulan Yaşamın kendisidir.

Kurgu mu ilk tercihiniz yoksa daha çok toplumsal gerçekçilik mi ağır basıyor?

Kürtlerde edebiyat mücadeleden ayrı ele alınamaz. Geliştirilen Kürt Özgürlük Mücadelesinde edebiyatın etkisi de büyüktür. Dolayısıyla benim edebiyata yaklaşımım da mücadele ile paraleldir. Bu noktadan bakıldığında Kürt Edebiyatı toplumsal gerçeklikle birlikte ele alınırsa doğru yazılmış olur. Edebiyat kurgusuz da olamaz elbette, kurgu da onun bir parçası olmalıdır. Ancak Kürtlerin gerçek yaşamında o kadar edebi hususlar vardır ki yazılırsa çok önemli eserlerin ortaya çıkabileceğine inanıyorum. Benim yazdığım Evîna Azadiyê romanım da öyle, gerçek hayatın kendisidir, sadece kısa kurgularla süslenmiştir.

Kürt siyasetinin Kürt edebiyatı üzerindeki etkileri hakkında neler düşünüyorsunuz?

Kürt edebiyatının mücadeleden ayrı ele alınmadığını yukarıda bellirtim. Fakat Kürt siyasetinin edebiyat üzerindeki etkisi ise farklıdır. Burada tersi bir durum sözkonusur. Kürt yazar ve sanatçılarının edebi eserleri mücadeleyi, dolayısıyla siyaseti geliştirirken, maalesef kürt siyaseti edebiyatı geliştirmemektedir. Yer yer edebiyatın gelisimi önünde engel teşkil etmiştir. Kürt siyasetçilerinin yaklaşımlarında edebiyat pek önemsenmemekte, hatta yer yer küçümsenmektedir. Bu nedenle, özellikle son yıllarda, Kürt edebiyatı ile ilgili çalışmalar pek yapılmamaktadır. Dolayısıyla içinde bulunduğumuz süreçte çok az sayıda edebi eserler yayınlanabilmektedir. Yayınlanan eserlerin önemli bir kısmı da yeterince kitlelere ulaştırılamamaktadır. Diğer önemli bir husus da kürtçedir. Kürt siyasetçileri kürtçe konuşmamakla, veya az konuşmakla aynı zamanda geliştirilmesi gereken Kurt Edebiyatının da önünü almaktadırlar. Bu noktadan bakıldığında Kürt Siyasetçilerinin edebiyat üzerindeki etkileri negatiftir.

Kürt romanı sizce var mı? Varsa birkaç örnek verebilir misiniz? Yoksa sizce bunun nedenleri neler?

Kürt Romanı vardır, ancak yazılmamıştır. Diğer bir deyimle Kürtlerin Yazılmamış Romanı denilebilir. Şimdiye kadar yazılmış olan çok sayıda, bana göre, değerli romanlar vardır. Mem û Zîn dışında, örneğin gerilla hayatını ele alan, yani hayatın bizzat içinde olanlar tarafından yazılmış romanlar da vardır. Fakat bunlara gerçek manada Kürt Romanı denemez. Diğer bir husus da şudur; Kürt olup da roman yazan çoğu yazar eserlerini türkçe kaleme almışlardır. Bunları kürt romanı sayamayız, hatta kürt edebiyatı içinde de sayamayız. Bir halkın esas edebiyatı onun diliyle yazılan/yapılandır. Hele hele sömürgeci devletlerin resmi dilliyle ezilen bir halkın edebiyatı geliştirilemez.

Kürt öykücülüğü denilince aklınıza ilk ne geliyor?

Kürtlerde öykü anlatımı daha günceldir. Yazıya dökülmeyen sayısız kürt öyküsü bulunabilir. Kısa ve daha yalın anlatımı itibariyle Kürtlerdeki öykü anlatımı meşhurdur. Benim çocukluk yıllarım komşularımızın ve bazen de rahmetli babamın anlattıkları öykülerle geçmiştir. Eğer üzerinde durulup iyi bir çalışma yapılırsa Kürt Halk Öyküleri (Çîrokên Gelêrî ên Kurd) diye kitaplar dolusu öykü gün ışığına çıkarılır. Daha önce bu konuda çalışan bazı arkadaşların olduğunu biliyorum, ne var ki hem ekonomik sıkıntılar, hemde halkımızın ilgisizliğinden dolayı bu çalışmalar pek derinleştirilememiştir. Kürt öykülerinde aynı zamanda halkımızın tarihi bir gerçekliğini de görmek mümkündur. Bundan dolayı gelecekte üzerinde durulması gereken bir konu da Kürt Öykülerini gün ışığına kavuşturmak olmalıdır diye düşünüyorum.

Kürt edebiyatının handikapları?

Kürt edebiyatında yaşanan en temel handikap okuyucu azlığıdır. Özellikle Kuzey Kürdistan’da ve de Avrupa’da 1990-2010 arası kürtçe okuma alışkanlığı ve hevesi üst düzeyde bir ilgi görüyordu. Son 6 yıldır giderek bu istek ve heves yok düzeyde azalmıştır. Bir edebiyat okunarak, okuyucular tarafından ilgi ve destek görerek gelişir. Bu olmayınca edebiyat emekçileri işlerini yapamazlar. Diğer ve herkesçe bilinen bir handikap da sömürgeci devletlerin engelleridir. Kürdün kürtçe yazdığı kitap kolay kolay yayıncı bulamaz, bulunan yayıncılar da gerektiği kadar dağıtım imkanlarına sahip değiller. Bunlar yan yana gelince ciddi bir handikap ortaya çıkıyor. Yine de bellirteyim; bir halkın edebiyatı bizzat o halk tarafından geliştirilebilir. Yazan yazmalı, okuyan okumalıdır ki edebiyat gelişsin. Sömürgeci devletlerin bizim edebiyatımızı geliştirme gibi bir beklenti içine girmek yanlıştır.

Kürt edebiyatında eleştiri nasıl olmalı?

Bir kere bizde elleştiri kavramı henüz gelişmiş değildir ki Kürt Edebiyatının Elleştirisinden bahsedelim. Gelişen bir edebiyat elleştirilerek zenginleştirilir. Ne var ki bizde henüz bu durum yoktur. Bizde elleştirilerin %90’i siyasi içerikli yapılıyor. Beğenmediğimiz birinin yazdığı ne kadar önemli edebi eserleri olsa da onları yok sayarız. Herkes kendi dar siyasi penceresinden edebi çalışmalara bakar. Hatta toplumumuzun belli bir kesimi yazılan edebi çalışmaları okumadan, anlamadan elleştirebiliyor. Oysa ki, çok kötü yazılmış olsa da, yazılan bir roman, bir öykü, bir senaryo ve benzeri çalışmalar desteklenerek daha da geliştirilmelidir ki elleştirilerin de yeri ve zamani gelsin. Ben henüz Kürtlerde ciddi edebiyat elleştirmenini görmedim, duymadım. Keşke bizim de sağlıklı ve siyasetten uzak düşünen edebiyat elleştirmenlerimiz olsaydı. Maalesef göremiyorum.

Kürt yazarının en büyük sorunu sizce nedir?

Yukarıda bellirtiğim gibi, bizde en büyük sorun okuyucu azlığıdır. Örneğin salt kendi edebi çalışmalarıyla geçinen  bir yazarımız yoktur. Oysa ki bir yazarın kaliteli eserleri ortaya çıkarması için ekonomik sıkıntıları yaşamaması gerekir. Bir yazarın yazdığı kitaplarından az da olsa bir gelir elde edememesi bir sonraki çalışması için yeterince istekli olamaz. Okunmayan bir kitaptan sonra ikincisini yazmak büyük bir fedakarlık ister. Kürt Yazarın kitaplarının okunup okunmaması onun yazdığı eserin veya eserlerin kalitesiyle alakası yoktur. Eğer bir Kürt Yazar şu veya bu şekilde gücü olan bir örgüte yakın ise onun yazdığı kitaplar kötü de olsa biraz okunur, örgüt elemenları tarafından sempatizan kitleye ulaştırılır. Sözkonusu kitap veya kitaplar okunmasa da dağıtılmış oluyor ve bu durum yazarı kısmen tatmin edebiliyor. Eğer siz bağımsız düşünüp kaleminizi kendi öz iradenizle kulanabiliyorsanız o zaman yazacağınız kitap ne kadar iyi ve edebi olsa da kitlelere pek ulaşmaz, dolayısıyla okunamaz. Ayrıca kürtçe yazılan kitapları basabilen ve bunları dağıtabilen yayınevleri de pek yoktur. Varolan yayınevlerinin %90’i A veya B örgütünün güdümündedir. Hal böyle olunca Kürt Yazarı da gelişemiyor, kaliteli kürtçe kitaplar da yazılamıyor. Bu konuda sıkıntı yaşayan yazarlarımızın çok olduğunu biliyorum, bu sorunu bir nebze de olsa gidermek için Weşanên Pelvîn adıyla bir yayınevini de kurmuşum. Ne var ki yurtdışında olduğum için çıkaracağım kitapları dağıtmada sorun yaşayacağımı bildiğim nedeniyle şimdiye kadar Weşanên Pelvîn adına herhangi bir kitap basmadım. Avantaj Post Yayınları adıyla da kitap basma imkanım vardır ancak dağıtım ve kitlelere ulaştırma sorunu olduğu için şimdiye kadar sadece bir kitap ve birkaç tane de broşür bastım. Bu noktada ülkede bulunan yayınevlerinin üzerine önemli sorumluluklar düşüyor. Kürtçe kitap yazan hiçbir yazarın kitabı yayınevleri tarafından geri çevrilmemelidir ve kitlelere ulaştırılmalıdır.

Yazarlar arasında nasıl bir dayanışma olmalı?

Kendine Kürt Yazarıyım diyen herkes şu veya bu şekilde sıkıntı yaşıyor. Kimi ekonomik sıkıntı yaşarken, kimisi de ilgisizlikten ötürü sıkıntılıdır. Yazarlarımızın yaşadıkları sıkıntıları gidermeye dönük faal olan herhangi bir kurumumuz da yoktur. PEN a KURD vardır, ben de üyesiyim ancak bu kurumumuz da kendi üyelerinin sıkıntılarına cevap olacak durumdan uzaktır. Örneğin PEN a KURD üyesi olan bir yazar yazdığı kitabını basmak ve kitlelere ulaştırmak için bu kurumdan herhangi bir destek bekleyemez, zira imkanları yoktur. Ayrıca PEN a KURD tüm kürt örgütlerine aynı mesafede olduğu için herhangi biri tarafından da desteklenmiyor. Oysa böyle bir kurum tüm Kürt Örgütleri tarafından desteklenmeliydi, desteklenmelidir.

Yazarlar arasındaki dayanışma kurumsal bir şekil almayınca bireysel dayanışmanın pek ciddi bir faydası olmuyor. Kaldı ki bireysel dayanışmalar da pek yoktur. Örneğin bir Kürt Yazarının çıkan kürtçe kitabı yazarlar tarafından alınıp okunmuyor. Hatta yazılan herhangi bir kitap hediye olarak kimi yazarlara gönderilmesine rağmen zahmet edip okuyanların sayısı çok azdır. Hal böyle olunca ne yazık ki halimiz pek yamandır.

Sorduğunuz soruya gelince;

Herşeyden önce varolan tüm Kürt Yazarlarımız PEN a KURD üyesi olmalıdır. Eğer birileri PEN a KURD’u herhangi bir siyasi grubun etkisinde görüyorsa o zaman üyesi olsun ve gelsin kongresinde elleştirilerini yapsın ki bu kurum tam bağımsız hareket edebilsin. Uzaktan durarak elleştirmenin pek manası yoktur. Diğer bir husus da, bir Kürt Yazar yazılan Kürtçe kitapları merak etmelidir, hepsini olmasa da bir kısmını alabilmeli, okuyabilmeli ve gerekirse yazarı arayıp elleştirilerini ve önerilerini iletebilmelidir ki daha sağlıklı eserler ortaya çıksın. Yazarlar arasındaki en temel dayanışma daha fazla yazmaya, kaliteli eserleri ortaya çıkarmaya teşvik etmek olmalıdır.

Düşüncelerimi sizlerle paylaşmama fırsat verdiğiniz için teşekkür ederim. Ümarım bu söyleşi kitlelere ulaşır, Kürt Edebiyatı ile alakalı olarak az da olsa ilgi artar.

Pirtûk û Wêje: Bu güzel ve anlamlı sohbetiniz için teşekkür ederiz. 


10.08.2016


Yazarın kişisel sayfaları: