Bir
Halkın birden fazla dili, lehçesi, dini inancı olabilir, dünya´da bu konuda örnek
verebilecek çok halk vardır. Ancak bir halkın birden fazla kimliği olamaz.
Bireylerin birden fazla kimliği olsa da esas olan onun doğarken veya atalarının
mensubu olduğu halka aidiyatıdır, kimliğidir. Kimlik derken de onu sadece bir
kart olarak algılamamak gerekir, zaten burada mevzubahis olan da kart değildir.
Bir
insan nasıl ki kendi anne ve babasından utanmıyorsa, onların çocuğu olduğundan
iftihar ediyorsa, öyle de mensubu olduğu halktan utanmamalı ve onunla gurur
duymalıdır. Hele hele kimliği elinden alınmak istenen ve bu nedenle de mücadele
eden bir halkın mensu olmak sözkonusu ise o zaman iki kat daha fazla gurur
duyulmalı, iftihar edilmelidir. Bunu sadece ben söylemiyorum, dünya tarihine geçmiş
olan çoğu devrimci ve bilim insanı da aynı şeyi, farklı cümlelerle de olsa
ifade etmişlerdir. Dolayısıyla bir Kürt bireyi sadece Kürt olduğundan dolayı
iki kat daha fazla kendi ulusal kimliğiyle gurur duymalıdır, tıpkı diğer
halkların çocukları gibi.
Neden
bu konuyu ele aldım ? Maalesef gördüklerim, duyduklarım ve okuduklarım beni bu
konuyla ilgili bu yazıyı kaleme almamı zorunlu kılmıştır. Gelelim esas noktaya; yaşadığımız Avrupa´da Kürdistan’ın
her yöresinden insanlarımız bulunmaktadır. Bunlar arasında sunnisi, alevisi,
ezidisi ve ateisti vardır. Herkes istediği gibi kendi inancını yaşayabiliyor,
buna kimse engel olmuyor, olamaz ve de olmamalıdır. Bu konuda bir sorun yok,
birileri rahatsız olsa da genel bir sıkıntı haline gelmiyor. Ancak, özellikle
son yıllarda, bazı Alevi Kürtler yavaş yavaş kendilerini salt alevi olarak görmeye
başlamışlar. Çoğu zaman ve yerde Kürt olduklarını söylemeden sadece « Ben
Aleviyim » demektedirler. Adeta Aleviliği kendi ulusal kimliği gibi görmektedirler.
Bu anlayışta olanların büyük çoğunluğu da, ne yazık ki Alevi Derneklerine üyedirler.
(Burada CEM Vakfı´na bağlı dernekleri kastetmiyorum, onların misyonu zaten açıktan
tüm Alevileri devşirmektir, benim bahsi konu yaptığım AABF’ye bağlı olan
derneklerdir) Bu paradoksal durum adeta Alevilerin veya Aleviliğin genel bir
yaklaşımı gibi gösteriliyor. Oysa değil,
Alevi inancı hiçbir zaman kişiyi asimile etmez, tam tersine bu inanca mensup
herkesi kendi öz kimliğiyle kabul eder, dilini, kültürünü geliştirmesine yardımcı
olur. Üzülerek bellirteyim ki bugün Türkiye ve Avrupa´da bulunan Alevi
Derneklerinin büyük çoğunluğunda asimilasyon ve devşirme politikaları
egemendir. Bu politikalar özellikle Kürtlere yönelik kulanılmaktadır.
Türkiye´de
baskıcı devlet politikaları nedeniyle Alevi Derneklerinde türkçenin hakim olmasını
anlıyoruz ancak aynı şey Avrupa´daki Alevi Dernekleri için söylenemez. Herkesin
özgürce dilini konuşabildiği Avrupa´da, üyelerinin büyük çoğunluğunun Kürt
olmasına rağmen Alevi Derneklerindeki faaliyetlerin yüzde 90’ı türkçe yapılmaktadır.
Cemevlerinde yapılan dini ritüellerin, ibadetlerin neredeyse yüzde yüzü türkçe
yapılmaktadır. Oysa bu dini ibadetlere katılan bir kısım yaşlı üyeler yeterince
türkçe anlamıyor, konuşamıyor. İnsanın tuhafına giden şey ise; bizim insanlarımızın
bu durumdan rahatsız olmamasıdır. İşte bu çok derin ve tehlikeli bir
asimilasiyon durumu olup aynı yaklaşımın içselleşmiş olduğunu gösteriyor. İnsanların
farketmeden benimsedikleri negatif bir hal / vaziyet / gaye çok tehlikeli bir
potansiyeli bağrında taşıyor. Alevi Derneklerinin yönetiminde yer alan çoğu
insanımızın da bunun farkında olmadığını biliyorum. Zaten tüm asimilasiyon
politikaları bu şekilde dolaylı yapılır, hiçbir sistem açık açık ´sizi asimile
ediyorum’ demez.
Avrupada
bulunan kaç tane Alevi Derneğinde çocuklara yönelik kürtçe kurslar veriliyor ?
Birkaç tanesinde belki olabilir, ama ben hiç görmedim, duymadım da ! Ancak bu
derneklere üye olan Kürtlerin yarısından fazlasının çocukları okullarda verilen
türkçe derslere gidiyorlar (özellikle Almanya´da). Bu okullarda yapılan 23
Nisan şenliklerine katılıyorlar. Acaba kürtçe ders veren mi yok ? Hiç
zanetmiyorum, bağlama derslerini verebilenden daha kolay kürtçe ders verebilen
bulunur, yeter ki bu noktada istekli olunsun.
Türkiye
ve Kürdistan’daki Alevi Derneklerini bilmiyorum ama Avrupa´daki derneklerin
hepsinde kitaplık bulunur. Gidip baktığımızda kitapların çoğu türkçe, geriye
kalanları da Avrupa dillerinde. Her bir dernekte ancak bir elin parmakları
kadar kürtçe kitap bulunur, hatta bazılarında hiç yok. Oysa binlerce kürtçe
kitap var ve temin edilmesi de çok kolay. Sadece kürtçe kitap değil, Kürtlerle
ilgili türkçe veya başka dillerde yazılmış kitaplar bile çok az bulunur Alevi
Derneklerinde. Yine sık sık Türkiye Sorunları ile alakalı Konferans ve
Seminerler düzenleniyor bu derneklerde, acaba kaç tanesi kürtçe yapılıyor ? Ben
kendim bulunduğum alanlarda hiç görmedim, duymadım da. Acaba kürtçe Seminer
veya Konferans veren mi yok ? Hayır hemen her alanda bu konuda yetenekli insanlarımız
vardır.
Alevi
Derneklerinin sözkonusu bu durumundan ötürü Alevi bazı Kürtler üye olmuyorlar,
destek vermiyorlar. Oysa doğru bir yaklaşım gösterilse, yani türklüğün ve türkçenin
önem gördüğü kadar kürtlük ve kürtçe de değer görse bu derneklerin gücü daha da
artar. Güçlenen bu dernekler hem Alevi Türklere hem de Alevi Kürtlere ve aynı zamanda Alevi Araplara da daha iyi
hizmet edebilirler. Biliyorum, bazı derneklerde bu yönde adım atıldığında Türk
asıllı bazı Alevilerde önyargılar gelişiyor, adeta ´Kürtler burayı ele geçirmek
istiyorlar’ biçiminde yaklaşımlar gelişiyor ve bu kimi Türk Alevileri sözkonusu
derneklerden uzaklaştırıyor. Bazı Türk Alevilerin uzaklaşmamaları için Kürtlerin
kendi kimliğinden, dilinden ve kültüründen vaz mı geçmeleri lazım ? Elbette hayır
! Ne Kürt Türkü yadsımalı nede Türk Kürdü. Alevi felsefesinin özünde varolan
HAK herkes için eşit bir şekilde savunulmalıdır.
Bu
yazımdan ötürü birileri beni Alevi karşıtı görebilir, hiç de değilim. Tam
tersine çıkardığım Avantaj Post dergisinde Alevi Derneklerinin faaliyetlerine
yer verdiğim kadar başka konulara o kadar yer ayırmıyorum. Bu yazdıklarımdan
daha fazlasını geçmişi Aleviliğe dayanan arkadaşların kendileri de söyliyorlar.
Yazmaya cesaret edemediklerine bakmayın, ama öyle düşündüklerini, konuştuğumuzda
da ifade ettiklerini çok iyi biliyorum. Dolayısıyla bu derneklerin yönetiminde
yer alanların kulahını önüne koyup biraz düşünmelerinde fayda vardır. Değer
verdiğimiz bu dernekleri birer asimilasiyon mekanizmasına dönüştürmesinler. Ayıptır,
günahtır.
Ahmet
Gülabi DERE
23.06.2020