19 Nisan 2011 Salı

Komplolara Karşı Yaratıcı Olmak Gerekir

Osmanlı Imparatorluğunun mirasını devralan TC tarihinde de komploculuk sürekli başvurulan temel bir yöntem olmuştur. Her ne kadar TC’nin kuruluşuyla yeni bir sayfa açılmış olduğu söylense de, aslında devlet yöneticiliği ve zihniyeti konusunda pek değişen birşey söz konusu değildir. Sadece, değişen dünyaya sözde ayak uydurma babında sunni bazı « değişimler » olmuştur. Bu nedenle günümüzde yaşanan gerçeklik, ne TC’nin ruhuna ve nede onun mirasını devraldığı Osmanlı Imparatorluğunun geleneğine aykırıdır.

Dün öğleden sonra TC Yüksek Seçim Kurulunun (YSK) 12 bağımsız adayını veto etme kararı açıklandı. Bu karar tamamen Kürtlerin iradesine karşı alınmış olduğunu söylemeye gerek yoktur herhalde. YSK’nin gerekçesi ne biçimde açıklanırsa açıklansın, işin esas nedeni, önümüzdeki dönemde Kürtlerin iradesinin mecliste temsil edilmesini engelemekten başka bir şekilde izah edilemez. Türk Devlet sisteminin tüm antidemokratik engellerini aşan Kürt Halkı, az bir sayıda da olsa, mecliste temsil edilmeyi başarması, devletin derin güçlerini yeni komplolar geliştirmeye zorlamıştır. Bu kararla, aynı zamanda, Türk Devletinin Kürt Sorunuyla ilgili herhangi bir çözüm projesine sahip olmadığı da ortaya çıkmaktadır. YSK doğrudan devletin temel kurumlarından biridir ve aldığı kararlar devleti bağlamaktadır.

YSK’nın aldığı bu karar beni pek şaşırmadığını da burada belirtmek istiyorum. Böyle bir kararın çıkacağını tahmin etmemekle beraber, seçim sürecinde devletin ciddi manada engelleyici faktörleri ileri süreceğini seziyordum. Ve bu karar son engel olmayıp, daha farklı sorunların da ortaya çıkması muhtemeldir. Dolayısıyla, gerek BDP olsun, gerekse de özgürlükçü ve demokrat diğer bağımsız adaylar olsun, herkesin çok duyarlı olması ve hesaplı adım atması gerekir.

YSK’nin bu kararına karşı BDP’nin nasıl bir yol izleyeceğini henüz bilemeyiz, sanırım çok kısa sürede belli bir yaklaşım netleştirilecektir. Ancak, bu konuda şu hususun çok iyi bilinmesi gerektiğinin altını çizmek istiyorum ; Kürt Özgürlük Mücadelesi ve Türkiyeyi Demokratikleştirme Mücadelesi sistemin çizdiği yollardan geliştirilmemiştir, geliştirilemeyecektir. En yararlı ve sonuç alıcı mücadelecilik, yaratıcı olup devletin engellerini aşmayı bilmektir. Bir taraftan, YSK’nin bağımsızlarla ilgili aldığı kararı çok şiddetli bir biçimde protesto etmek gerekirken, diğer taraftan da varolan bağımsız adaylarla seçim sürecine yüklenmek önem arzetmektedir. Elbette Türk Devletinin bu yaklaşımını teşhir etmek amacıyla seçimlerden çekilmek de bir seçenek olabilir ancak, bu durumda söz konusu kararı alan zihniyetin isteği doğrultusunda hareket edilmiş olup, önümüzdeki dönemde meclis arenası tamamen boş bırakılmış olunacaktır. Bu nedenle, tüm engellemelere rağmen, varolan bağımsız adayların başarısı için bu sürece yüklenmekte daha fayda görüyorum.

Türk Devletinin bu yaklaşımı, aynı zamanda Kürt Sorunuyla alakalı olarak ne gibi bir strateji hazırlığı içerisinde olduğunu da ortaya koymaktadır. Ortaya çıkan durum şunu açık bir şekilde gösteriyorki, önümüzdeki 5 yıllık süreç içerisinde Kürt Sorununa devletin projesi (buna AKP’nin projesi de diyebiliriz) doğrultusunda çözüm bulunmaya çalışılacaktır. Önümüzdeki dönemde TBMM’de sadece AKP ve CHP guruplarının bulunması için derin bir hazırlık yapılmıştır diye düşünüyorum. Devletin Kürt Sorunuyla ilgili projesini hayata geçirmek için AKP ile CHP’nin ortak ve rahat çalışmaları öngörüldüğü için, hem MHP’nin barajı aşmaması gerekir ve hem de BDP adına seçimlerde aday olan bağımsızların zayıflatılması lazım. MHP aşırı faşizan uslübüyle, BDP ise daha özgürlükçü ve demokratik talepleriyle devletin söz konusu projesini ciddi bir şekilde engellemektedirler. Dolayısıyla, bu iki partiyi de devre dışı bırakıp, AKP ile kürt asıllı Kılıçdaroğlu başkanlığındaki CHP’nin ortak emeleri sonucu Kürt Sorununa « çözümün » bulunması hedeflenmektedir. Hem AKP’nin ve hemde CHP’nin adayları arasına Kürtler arasında dikkat çeken bazı isimlerin yerleştirilmesi de bu amaçladır.

12 Haziran seçimleri hem Türkiye geneli açısından ve hemde Kürt Sorunu açısından yeni bir sürecin başlangıcı olacaktır. Bu dönemde, özellikle BDP açısından, gerek siyasi gerekse de kitlesel gücün çok isabetli değerlendirilmesi kaçınılmazdır. Seçim itifağı amacıyla HAK-PAR ve KADEP ile yapılan diyalog önemli bir başlangıç olmuştur ancak, bu süreçte Kuzeydeki tüm Kürt Örgüt ve Kurumlarıyla ortak bir platformda buluşmak ve çözüm süreciyle ilgili olarak AKP-CHP projesine alternatif, tüm Kürtlerin arz ve taleplerini içeren bir proje üzerinde çalışılması gerekiyor. Şimdiye kadar verilen mücadelenin boşa gitmemesi ve hakettiği yere oturtulması için, bu dönemde çok duyarlı, yaratıcı ve aynı zamanda da mantıklı hareket edilmelidir.

Son otuz yıllık tarihimize baktığımızda, sömürgeci güçlerin politikaları bize ne kadar zarar vermişse, biz Kürtler arasındaki sosyal, siyasal, partizancılık ve ideolojik sorunlar da o kadar, ve hatta daha fazla, zarar vermiştir. Gelinen aşamada, kendine « demokratım », « yurtseverim » diyen tüm Kürtlerin ortak bir halk projesi etrafında birleşmeleri gerekmektedir. Herkesin kendi imkanlarıyla, yetenekleriyle bu sürece dahil olması için, başta KCK ve BDP olmak üzere, Kuzeyli tüm Kürt Parti ve Örgütlerin üzerine önemli sorumluluklar düşmektedir. Ben böylesi bir sürece « Lihevhatina Gelêri» yani «Réconciliation Populaire» yani «Halkın Barışması » diyorum.

Ahmet DERE / 19.04.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder