7 Nisan 2011 Perşembe

Libya Savaşı Devam Ederken

Hatırlanacağı gibi, bundan 15 yıl kadar önce, ciddi bir şekilde, Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) ile ilgili tartışmalar başlamıştı. İlk dönemde yoğun bir şekilde tartışılan bu proje, son yıllarda kısmen unutulmuş gibi olsa da, bu yılın ilk aylarıyla birlikte Arap Dünyasında olup bitenler, sözkonusu projenin pratikte hayat bulması anlamına gelmektedir. Yani, ABD ve AB öncülüğünde yapılanların amacı dünyaya yeni bir düzen vermektir. Tarihe de bakıldığında, dünya düzeniyle ilgili gelişmeler sürekli Ortadoğu’dan başlayarak gelişmiştir. Ortadoğu sürekli dünyanın merkezinde yer almıştır, öyle olmaya da devam etmektedir.

Emperyalizmin Ortadoğu’ya kendi düzenini vermesi için bazı gerekçelerin varolması gerekir. BOP’un geliştirilmeye başlandığı 1990’lı yıllarda Saddam Hüseyin’in diktatörlüğü gerekçe oldu. Söz konusu projenin olgunlaştırılmaya ihtiyaç duyulan bu süreçte de Arap Dünyasının diğer yönetimleri araç olarak kulanılmaktadır. Tunus ve Mısır’dan sonra, sıra Libya’ya geldi. Ancak Muammer Kaddafi diğer Arap Liderleri gibi olmadığı için, bugün yaşanmakta olan savaşı kaçınılmaz kılmıştır. Kaddafi’nin bu asabi ve aynı zamanda da direngen kişiliği, bir anlamda Fransa, ABD ve Ingiltere’den oluşan, BOP’un baş aktörleri olan koalisyonun da işine gelmiştir.

Libya’ya karşı geliştirilen savaşın Uluslararası Alanda meşrü gösterilmesi için, ilgili koalisyon güçleri BM Güvenlik Konseyi’ni devreye koydular. Uluslarüstü bir kurum olan BM, ne yazıkki sadece büyük güçlerin talimatıyla hareket ettiği için, Fransa öncülüğünde sunulan önerge suraatle kabul edilerek kararlaştırılmıştır. Rusya Federasyonu, Çin ve Almanya’nin oylamada çekimser kalmış olmaları, onların söz konusu kararı bloke etmeleri anlamına gelmiyordu. Büyük güçler arasında nuans farklılığı böylesi bir çekimser kalışı gerektirmiştir. BM’nin bu kararından sonra, Libya’ya karşı saldırıların kaçınılmaz olduğunu hepimiz biliyorduk. Ve 19 Mart tarihinde beklenen saldırılar başladı.

BM’nin karar aldığı günden sonra Libya Yönetimi uzlaşmaya gelebileceğini açıklasa da, Koalisyon Güçleri saldırılarını durdurmadılar. Zira, Arap Dünyasında halen eski sistemde ısrarlı olan Suriye, Yemen, Ürdün ve diğer ülkelere gözdağının verilmesi, BOP’un yeni bir aşamaya taşınması gerekiyor ve bunun için de Libya önemli bir fırsat idi, bu savaşın geliştirilmesi kaçınılmaz oldu.

Eğer Libya’da, Muammer Kaddafi Yönetimi isyancıları bastırmış olup, eski sisteminin ömrünü biraz da olsa uzatmış olabilseydi, veya bunu başarabilirse, sözkonusu bu durum Suriye, Yemen, Ürdün ve diğer ülkeler için de kötü örnek olacaktır. Bu nedenle, ne olursa olsun Kaddafi Yönetimi gitmeli ve Libya’da, herşeyden önce ABD, Fransa ve Ingiltere’ye biat edecek bir yönetimin işbaşına getirilmesi lazım.

Bazıları bu savaşı daha çok Fransa’nın başlattığını ileri sürmektedir. Fakat şunun iyi bilinmesi gerekiyor ki, eğer ABD istemeseydi ne Fransa ne de İngiltere bu noktada ciddi bir hareketlilik içerisine girmezdi. BOP’un hayata geçirilmesinde yapılan görev paylaşımı gereği, Libya gibi bir ülkeye karşı yapılması gereken savaşın temel sorumluluğu Fransa’ya verilmiştir.

Fransa, dış politikadaki başarıyı iç politikaya yansıtan bir geleneğe sahip olduğu için, hem Fransız Sağcıları, hem Sosyalistleri ve hemde Yeşilleri zaman geçirmeden, Devlet Başkanı Sarkozy’nin bu politikasını desteklediklerini beyan etmişlerdir. Ülkelerinin emperyal çıkarları sözkonusu olunca, partilerüstü politikaların geçerli olduğu geleneğe uygun bir yaklaşımı sergilemişlerdir. Hatta, Sosyalistler biraz daha ileri giderek, “Libya’da evrensel değerler için savaşıyoruz” deyip, başlatılan bu savaşı meşrü gösterme çabası içerisine bile girdiklerine tanık olduk. Fransa Devlet Başkanı Sarkozy açısından ise, bir taraftan düşmüş olan popülaritesini kısmen kurtarmış, diğer taraftan da, emperyal devlete uygun bir başkan olduğunu göstermiştir.

Libya konusunda hiçbir öngörüsü, geleceğe yönelik hiçbir planı olmayan Türkiye ise, deyim yerinde ise, tam anlamıyla ne yapacağını şaşırmıştır. Daha önce Saddam Hüseyin’e karşı yapılan savaşta olduğu gibi, bu sefer de en büyük zararı Türkiye’nin göreceğinden kimsenin şüphesi olmamalıdır. AKP’nin kararsız yaklaşımı ve seçimlerle ilgili karmaşık hesapları tutmamıştır, tutmayacaktır. Başta Libya’ya karşı yapılacak herhangi bir saldırıya karşı olduğunu beyan etse de, ABD’nin mudahalesiyle NATO şemsiyesi altında bu savaşa bizzat katılmayı da kabul ederek ne kadar tutarsız olduğunu alenen göstermiştir. Ve TSK Libya’da savaşıyor.

Arap Ülkelerindeki Monarşik ve Antidemokratik Yönetimlerin gitmesi gerektiğini, demokratik kültürden az da olsa nasibini almış olan herkes söyler. Hem Muammer Kaddafi, hem Hüsnü Mubarek, hem Zeynel Abidin Bin Ali, hem Beşar Asad ve hem de diğer Arap Devletlerinin halklarına yaptıkları zülüm kabuledilemez. Hem bu ülkelerde, hem de Türkiye ve dünyanın diğer birçok ülkesinde demokrasinin gelişmesi ve halkların öz çıkarlarını savunan yönetimlerin gelmesi için çalışmak, aynı zamanda bir insani görev ve sorumluluktur.

Ancak, bugün Libya’da olup bitenler, ne yazıkki bu amaçla yapılmamaktadır. Yaşananlar, BOP’un pratikte egemen kılınması içindir. Kısacası, özellikle Ortadoğuda, Emperyalist Güçler, kendi denetimleri dışında yönetim istememektedirler. Bunun için gerekirse bin dereden su getirilerek müdahale gerekçesi yaratılacaktır. Ne varki, yapılan herşey “Demokrasi” ve “İnsan Hakları” kılıfına da uydurulmaktadır.

Ahmet DERE / 06.04.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder