Hürriyet gazetesinde
röportajı yayınlandıktan sonra birçok çevreden farklı farklı tepkiler alan
Leyla Zana 30 Haziran günü Türkiye Başbakanı Recep Tayip Erdoğan ile yaptığı görüşme
yeni değerlendirmelere yol açmıştır.
Yazımın bu ilk satırlarında
şunu belirteyim ki ; gerek kürt ve gerekse de türk çevrelerinden Leyla ile
BDP ve PKK arasında ciddi bir çelişkinin doğmasını bekleyenlerin sayısı pek
fazladır. BDP’nin bölünmesini hayal eden ve bu konuda Leyla gibi şahsiyetlerin
yol açacakları negatif süreçlerle ilgili hayal kuranlar hayli fazladır
etrafımızda. Leyla’nın 1 Temmuz günü TBMM’de yaptığı basın toplantısıyla Erdoğan
ile yaptığı görüşme ile ilgili dile
getirdiği hususlar sözkonusu bu çevrelerin pek hoşuna gitmediğini tahmin
ediyorum. Kürtlerin artık birbirine karşı kulanılabilir olmaktan çıkıp daha
politik ve halkın çıkarlarını esas alan bir duruş sahibi olmaları çok
önemlidir. Bu noktada bazı zayıflıklar olsa da, ne BDP, ne Leyla ve ne de PKK’nin sürecin
ağırlığını hisetmeden hareket edeceklerini düşünmüyorum, umarım yanılmayacağım.
Son günlerde dolaylı olarak da olsa, Leyla’ya karşı uyarı ve elleştiri
niteliğinde bazı açıklamaların yapılmasını zamansız ve aynı zamanda da anlamsız
olarak değerlendiriyorum. Leyla gibi birinin BDP’ye karşı bir duruş sahibi
olmakla birşey elde edemeyeceğini kendisi de biliyor olmalıdır. Yine Leyla gibi
birinin BDP’den kopup AKP’ye yakın bir duruş sergilemesinde BDP’nin kaybedeceği
birşeyi olamaz.
Leyla Zana’nın Hürriyet
gazetesinde yayınlanan röportajından sonra Rudaw gazetesindeki köşemde (kürtçe)
kısa bir değerlendirme yapmıştım. Aynı yazım, gazetede yayınlandıktan sonra,
hem şahsi blogumda (farasinblognews) ve hemde bazı internet sitelerinde yayınlandı.
Ne var ki bazı arkadaşlar bana mesajlar göndererek, kürtçe bilmediklerinden
dolayı (veya az bildiklerinden) sözkonusu yazımı anlayamadıklarını bellirtiler.
Dolayısıyla, özellikle Leyla-Erdoğan görüşmesinden sonra bu yazıyı kaleme alma
gereğini duydum.
Herkesin malumudur
ki Leyla Zana Kürt Özgürlük Mücadelesiyle şahsiyet kazanmış bir kürt kadınıdır.
Türk burjuva okullarında pek okumamış olsa da- ki bu husus kompleksli bazıları
tarafından negatif bir ünsür olarak görülmektedir- Leyla kendini yetiştirebilmiş,
yaşadıklarından ders çıkarabilmiş ve belli bir dereceye kadar da entelektüel
vizyona sahip bir kapasite kazanmıştır. Ben Leyla’yı cezaevine girmeden önce de
tanıyordum, cezaevinden çıktıktan sonra da bazı platformlarda sık sık karşılaştık.
Bunlardan bir tanesi de 2004 yılında Avrupa Parlamentosunda Sakharov ödülünü alırken
yaptığı konuşmada « Türkiye’de işkence yoktur » dediği platformdur.
Daha sonra ki süreçlerde de bir kaç kez bir araya gelmişliğimiz olmuştur.
Leyla Zana
cezaevinden çıktıktan sonra (AP’nin Sakharov Ödülü sahibi olan Leyla Zana) sürekli
kendisini partilerüstü bir şahsiyet olarak göstermeye gayret ettiğine tanık
oldum. Gerek DTP ve daha sonra da BDP ve gerekse de DTK’nin kendisine yaptıkları
görev önerilerini kabul etmeyerek daha çok bağımsız bir şahsiyet olarak kalmaya
çalıştı. Leyla’nın bu yaklaşımı bazı çevrelerin pek hoşuna gitmese de kimse ona
karşı negatif bir yaklaşım içerisine girmedi.
12 Haziran 2011
genel seçimlerinden önce Leyla katıldığı tüm miting ve toplantılarda BDP’den
biriymiş gibi bir yaklaşım sergiledi. Hatta yer yer PKK’nin söylemlerini de
dilendirerek iyi bir militan profilini çizdiğine de tanık olduk. Milletvekili
seçildikten sonra, cezası olduğundan dolayı BDP üyesi olamadı ancak BDP’ye ters
bir harekette de bulunmadı. Avrupa’da katıldığı bazı halk toplantılarında
« Silah Kürtlerin Sigortasıdır » diyecek kadar PKK’ye yakın bir duruş
sergiledi.
Leyla’nın bu zikzaklı
duruşuna bir de Hürriyette yayınlanan röportajı eklenince çözümlenmesi zor bir
profil ortaya çıkmıştır. 1990’lı yıllardan beri Leyla’yı tanıyan biri olarak
onun bu istikrarsız duruşunu beğenmediğimi ve tasvip etmediğimi bellirtmek
isterim. İster BDP’ye çok yakın olsun isterse de AKP’li biri gibi olsun, benim
için önemli olan duruşundaki istikrardır. Ne yazık ki, özellikle çevresindeki sözde
danışmanlarından aldığı perspektiflerden dolayı, Leyla bir şekilde istikrarlı
bir duruşa sahip olamadı. Bu noktada iyi niyetli bazı çevrelerin elleştirilerine
anlam veriyorum.
Hürriyet gazetesinde
yayınlanan röportajında söylediklerinin birçoğuna katılmakla beraber, özellikle
Erdoğan’ın Kürt Sorununu çözme konusunda samimi olduğuna ilişkin söylediklerini
tasvip etmiyorum. Bazı kürt çevrelerinin tepkisini çeken en önemli husus da
budur. Leyla sözkonusu röportajı vermeden önce BDP’den birkaç arkadaşıyla görüş
alış-verişinde bulunmuş olsaydı bu hataya düşmezdi diye düşünüyorum. Eğer Leyla
o röportajı bilinçli olarak vermiş ve orada söyledikleri de maksatlı ise o
zaman 22 yıldır tanıdığım Leyla’dan şüphelenmem lazım.
Bugün (1 Temmuz)
Leyla’nın TBMM’de yaptığı basın toplantısını tv ekranlarında verildiği kadarıyla
izledim. Leyla’nın Erdoğan ile yaptığı görüşmeye ilişkin söyledikleri Hürriyette
yayınlanan röportajındaki negatif bazı hususları bertaraf ettiğini görmekle
birlikte, yine dikkatimi çeken en önemli husus istikrarsız duruşu olmuştur. Öyle
anlaşılıyor ki Leyla Türkiye Başbakanı ile görüşmeden önce BDP veya ona yakın bazılarıyla
fikir alış-verişinde bulunmuştur. Belki de röportaj ile görüşme arasındaki yaklaşık
on günlük bir zaman içerisinde Kürtlerden aldığı tepkileri de kısmen dikkate
almış olabilir.
Kürtlerin birlik ve
beraberliğini istemeyen çevrelerin en fazla üzerinde oynadıkları şahsiyetlerden
biri de Leyla’dır. Bu nedenle söylem ve pratiklariyle sorumlu davranmak herşeyden
önce gelmelidir. Umarim bundan sonra Leyla Zana daha dikkatli adım atar ve halkı
için verdiği mücadeleyi daha sağlam bir politik zeminde yürütür. Aksi durumda
kaybeden sadec kendisi olacaktır.
Ahmet DERE /
01.07. 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder