2002 yılında AKP kurulduğunda Fettulah Gülen Cemaatinin aktif desteğini aldığını, siyasetle biraz da olsa alakadar olan herkes biliyor. 11 yıldır AKP ile Cemaat ortaklaşa Türkiye’yi yönettiler. Yer yer sorun yaşamış olsalar da genelde bir uzlaşı içerisinde günümüze kadar geldiler.
AKP
iktidara gelir gelmez yavaş yavaş kendini kurumlaştırmaya gayret gösterdi. İlk yıllarda
Cemaate pek farkettirmeden ondan bağımsız bir güç olmaya çalıştı. Bir taraftan
ABD’de yaşayan lideri Gülen’e tekmil verirken, diğer taraftan da onun gücünden
faydalanarak kendi has gücünü örgütlemeye çalıştı. Bir yandan Cemaatin siyasi
yaklaşımını esas alırken, diğer taraftan da Türkiye toplumunun ihtiyaçlarını gözeterek
pragmatist politikaları yürürlüğe koydu. Cemaatin de yaklaşımına çok ters düşmeyen
bir çizgiyi gözeterek, bir taraftan milliyetçilere yaklaşırken, diğer taraftan da
Kürt Sorunu ile ilgili sözde olumlu adımları atmaya çalıştı.
Cemaatin
de bu noktada farklı bir durumu olmamıştır. Bir taraftan AKP’ye güven veren
bir yaklaşım sergilerken, diğer taraftan da AKP’den gelebilecek tehlikelere karşı
devlet içinde örgütlülüğünü pekiştirdi. Kendi çıkarlarına ters düşen konularda
AKP’yi dizginlemeye gayret gösterdi.
AKP
ile Cemaat arasındaki gizli güvensizlik durumu 2013 yılında yavaş yavaş su yüzüne
çıkmaya başladı. AKP yeterince güçlenmiş olduğunu, Cemaate rağmen iktidarda
kalabileceğini düşünerek ona ve Philadelphia’daki liderine itaat etmeyeceğinin
işaretlerini vermeye başladı. Temel ideolojik konularda Cemaate tars düşmeyen
AKP, taktiksel noktalarda onun çıkarlarına pek uygun olmayan adımları atmaya başladı.
Kürt Sorunu ile ilgili bazı adımlar, örneğin Oslo, İmralı görüşmeleri ve genel
olarak ‘Demokratikleşme ve Çözüm Süreci’ 17 Aralık operasyonlarına kadar götüren
adımların önünü açmıştır.
AKP
ile Cemaat arasında yaşanan çatışmaların temel nedeninin Kürt Sorunu ile
birebir alakalı olduğunu bellirtmekte yarar görüyorum. Kamuoyuna açık bir şekilde
yaşanan tartışmalı çatışma süreci dershanelerle başlamış gibi görülse de esas
neden Kürt Sorunu olmuştur.
2014
yılında yapılacak olan yerel seçimler ve 2015 yılında da Cumhurbaşkanlığı ve
Genel Seçimler AKP’nin Cemaate karşı üstünlüğünü ilan etmede önemli aşamalar
olarak görülmüştür. Bu seçimlerde hem miliyetçi çevrelerden ve hemde Kürtlerden
oy almak için AKP liderliği özel bir konsept oluşturmuştur. BDP yetkililerinin İmralı’ya
gitmelerine izin verilmesi ve Mesut Barzani ile Şıvan’ın Amed’e çağırılması da
bu konseptin birer parçasıdır. Bunlar yapılırken Cemaat tarafından bir karşı
hamlenin yapılacağı AKP tarafından biliniyor olmaması mümkün değildir.
Burada
esas olarak üzerinde durmak istediğim husus şudur; 17 Aralık’ta başlayan sürecin esas hedefi Kürt
Sorununa çözüm bulma arayışlarını engelemeye dönüktür. Bu durum hem AKP ve hem
de Cemaatin işine gelmektedir. Mevcut durumuyle her iki güç arasında bir çatışma
vardır ancak Kürt Sorunu ile alakalı olarak bu süreç her ikisinin de işine
geldiğini bilmemiz lazım. Zira ne AKP ne de Cemaat kanayan bu yarayı tedavi
etme arzusunda değildirler. Dolayısıyla yine olması amaçlanan Kürtlerin zararıdır.
AKP
yetkilileri şimdiden “Yapılan operasyonlar Oslo ve Çözüm Sürecidir” diyerek Kürtlere
seçim mesajlarını vermektedirler. Yani şu demek isteniyor; eğer Kürtler bize oy
vermeseler o zaman Çözüm Süreci geliştirilemez. Kürtlerin kendi partilerine değil
de AKP’ye oy vermeleri Cemaatin de işine geldiğini biliyoruz. Bu noktada AKP ve
Cemaat ayırımı yapılmamalıdır.
Yaşanan
bu süreç karşısında Kürtlerin, özellikle de BDP’nin çok dikkatli ve politik
davranması elzemdir. Ne Cemaate ne de AKP’ye karşı veya yana bir duruşun yanlış
olacağını ve sonucun ağır olacağını bellirtmek istiyorum. Fakat böylesi bir süreçte
hiç birşeyin yapılmaması ve ‘bekleyip görelim’ gibi yaklaşımların da yerinde
olmayacağını bilmek lazım. Dolayısıyla en fazla aktif siyaset yapılması gereken
bir dönemdeyiz.
2013
yılı için ‘son yılların en ‘sakin’ bir yılıni geride bıraktık’ derken çok çetin
geçeceğe benzer bir 2014’e giriyoruz. Buna rağmen yine de içimden herkesin yeni
yılını kutlamak geliyor.
Sersala
we pîroz be.
Ahmet
DERE /
26. 12. 2014