Kürt Sorunuyla
ilgili süreç geri dönülemez bir noktaya varmıştır. 1999 yılından beri Abdullah Öcalan
ile Türk devleti yetkilileri arasında süren görüşmeler yeni bir ivme kazanarak
müzakere öncesi bir diyalog sürecine dönüşmüştür. Sözkonusu bu sürecin sağlıklı
yürümesi durumunda gerçek anlamda bir müzakerenin gelişebileceğini şimdiden görebiliyoruz.
Yol güzergahında çıkan ve daha da çıkabilecek engellerin aşılması devlet ile
PKK’nin sözde değil özde ciddi davranmalarına bağlıdır.
Paris katliamının failleri konusunda yapılan analizler arasında en güçlü ihtimallerden bir tanesi, Fransız basınında da sık sık dilendirilen Türk Gladyosu’nun olmasıdır. Fransız polisi belli bir sonuca ulaşmadan, bu katliamın faili veya failleri kamuoyuna deklare edilmeden Türk Gladyosu ve Türk Derin Devletiyle ilgili güçlü şüpheler kaybolmaz. Bu şüphenin giderilmesi için Türk devletinin de Fransız Polisine yardımcı olması önem arzediyor. Aksi takdirde ne Türk Devletiyle ilgili şüpheler önemini yitirir ne de Fransa zan altından kalkar. Olayın yaşandığı gün Paris’te toplanan Kürtlerin bağırarak « Katil Türk Devleti, Fransa onun ortağı » «L’Etat Turc assassin, La France est complice» attıkları slogan çoğu Kürtler tarafından da yapılan ilk tahmindir, bunun giderilmesi için bu iki devletin de üzerine önemli görevler düşmektedir.
Paris’te yaşanan
katliamın bu süreçle birebir bağlantılı olduğu kesin gibi görünüyor. Katledilen
Sakine Cansız, Fidan Doğan ve Leyla Söylemez Kürt Özgürlük Mücadelesinin en
kritik dönemecinin şehitleridir. Yakından tanıdığım Sakine ve Fidan Kürt Kadınının
Özgürlük Mücadelesinin en fedakar kişiliğine sahip arkadaşlardı. Kimler tarafından
yapılmış olursa olsun bu katilamı nefretle kınamak her insanın asli görevidir.
Dolayısıyla Paris Şehitlerinin anısı önünde saygıyla eğilmeyi bir görev olarak
biliyorum.
Paris katliamının failleri konusunda yapılan analizler arasında en güçlü ihtimallerden bir tanesi, Fransız basınında da sık sık dilendirilen Türk Gladyosu’nun olmasıdır. Fransız polisi belli bir sonuca ulaşmadan, bu katliamın faili veya failleri kamuoyuna deklare edilmeden Türk Gladyosu ve Türk Derin Devletiyle ilgili güçlü şüpheler kaybolmaz. Bu şüphenin giderilmesi için Türk devletinin de Fransız Polisine yardımcı olması önem arzediyor. Aksi takdirde ne Türk Devletiyle ilgili şüpheler önemini yitirir ne de Fransa zan altından kalkar. Olayın yaşandığı gün Paris’te toplanan Kürtlerin bağırarak « Katil Türk Devleti, Fransa onun ortağı » «L’Etat Turc assassin, La France est complice» attıkları slogan çoğu Kürtler tarafından da yapılan ilk tahmindir, bunun giderilmesi için bu iki devletin de üzerine önemli görevler düşmektedir.
Ahmet Türk başkanlığındaki
BDP heyetinin İmralı’da yaptıkları görüşmede Abdullah Öcalan’ın bu süreçte gelişebilecek
provokasyonlara dikkat çektiğini biliyoruz. Paris katliamı girilen bu yeni sürecin
ilk provokasyonudur. Kimler tarafından yapılmış olursa olsun esas amacın süreci
sabote etmek olduğu kesindir. Savaşın durmasını istemeyen çevrelerin birden
fazla olduğunu, yeri geldiğinde harekete geçtiklerini geçmiş tarihimizden
biliyoruz. Bu çevreleri sadece Türk Derin devleti içinde aramamak gerekir,
bunlar gerek Kürtler içinde ve gerekse de uluslararası alanda vardır. Sadece
çatışmalı süreçten nemalanan bu çevreler en kritik dönemlerde faaliyete
geçerler. Paris katliamını da bu çerçevede görmek lazım.
Abdullah Öcalan ile
başlatılan diyalog süreci özünde PKK’yi silahsızlandırma amaçlı olduğunu
belirtmekte fayda vardır. 1999 yılından beri Türk Devleti bu yönde çaba sarf
ediyor, gelinen nokta kendisi açısından en uygun süreçtir. 1999’da geri çekilme
kararı alan PKK o günden bugüne kadar silahları bırakma konusunda uygun momenti
yakalama çabası içinde olduğunu yakından biliyoruz. Eğer Oslo gibi bir süreç
2000’li yılların başında gerçekleşmiş olsaydı PKK’nin olumsuz yaklaşması sözkonusu
olmazdı. Fakat Türk Devleti PKK’yi sılahsızlandırma yerine onu teslim almayı
amaç edindi. 2005 yılından sonraki süreç PKK açısından teslimiyete karşı başlatılan
bir süreç olmuştur. Bugün İmralıda başlatılan diyalog süreci ne zafer ne de
teslimiyettir, eğer sürdürülür belli bir sonuca ulaşılırsa buna sadece
« PKK’nin silahlarını bırakma süreci » denilebilir.
PKK’nin silahlarını
bırakma süreciyle Kürt Sorununa çözüm bulma süreci aynı değildir. Gerek türk
basınında gerekse de kürt basınında yapılan kimi yorumlarda bu süreç farklı gösterilmektedir.
Kimileri PKK’nin teslim olacağından sözederken, kimileri de bu süreci Kürt
Sorununa Çözüm olarak gösterme çabasındadır. Oysa ikisi de doğru değildir.
Herşeyden önce Kürt
Sorunu PKK’nin silah bırakmasıyla çözüme kavuşacak basit bir sorun değildir. Eğer
devlet samimi yaklaşır ve PKK de silahlarını bırakırsa esas o zaman Kürt
Sorununa gerçek çözüm bulma süreci başlar. Yani silahların konuşmadığı, askeri
operasyonların yapılmadığı, siyasetle uğraşan insanların evlerinden alınıp
cezaevine götürülmediği, korku ortamının hakim olmadığı bir süreçte Kürt
Sorununa gerçek çözüm bulma çabaları gelişebilir. Dolayısıyla teslimiyette yol
açmayan bir silahları bırakma süreci hayırlı olacaktır diye düşünüyorum.
Gelişen bu süreçte
BDP’nin de önemli bir katkı sunması gerekiyor. Özellikle kulanılan dil ve uslübün
çok önemli olduğunu belirtmekte fayda görüyorum. Ne var ki BDP’nin yetkilileri
yer yer PKK sorumlularının bile söylemedikleri sözleri sarfediyorlar. Sürecin
şartlarını netleştirme gibi bir görev BDP’nin sorumluluğunda değildir,
İmralı’da yapılan görüşmelerde bunların yeterince konuşulabildiğini tahmin
etmek lazım.
Kürt Sorunu sadece
PKK’nin katılımıyla gerçekleşecek bir diyalog veya müzakere süreciyle çözüme
kavuşamayacak kadar köklü bir sorundur. Bu nedenle irili, ufaklı tüm kürt kurum
ve örgütleri gerçek çözüm sürecine hazırlıklı olmaları, bu noktada üzerine düşen
sorumluluğun bilincinde olmaları önem arzediyor. Birileri tarafından davet
edilmeyi beklemeden gelişebilecek çözüm sürecinde olumlu katkının yapılmasi
için her kürt kurum ve örgütü üzerine düşeni yapmalıdır.
Ahmet DERE /
11.01.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder