4 Aralık 2011 Pazar

KCK Operasyonları

Türkiye Cumhuriyeti tarihinde özel olarak Kürtlere yönelik sayısızca askeri, polisiye  ve siyasi operasyonlar yapılmıştır. Askeri ve polisiye operasyonların sayısı ve tarzı her gün değişirken, 2009 yılından beri Türk yargı literatürüne KCK Davası da girmiştir. Bana göre Cumhuriyet tarihinde en anlamsız ve içi boş bir operasyonlar zinciridir KCK Operasyonları.
Herşeyden önce KCK Operasyonları çerçevesinde tutuklanan 5 bine yakın kişi arasında, belki de KCK’nin ne olduğunu bilmeyip de tutuklandıktan sonra öğrenen (belki de halen öğrenemeyenler de vardır) yüzlerce kişi bulunmaktadır. Tutuklananlar arasında gerçekten KCK adına faaliyet yürüten kişiler varmı, yokmu pek belli değildir. Koma Civakên Kurdistan (KCK) bir çatı örgütlenmesi olup aynı zamanda PKK geleneğinden gelen kurumları bünyesinde toplayan bir sistem olduğu bilinmektedir. Bildiğim kadarıyla Türkiye’de legal faaliyet yürüten hiç bir kurum bu çatı örgütlenmesine dahil değildir. Fakat Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da KCK sistemine bağlı olarak çalışanlar olmuştur ve vardır. Tutuklanan 5 bin kişi arasında bunlardan kimselerin olup olmadığı bilinmemektedir.
2009 yılında yapılan ilk KCK Operasyonundan sonra KCK davası da başlamış oldu. Hazırlanan iddianamede uzun bir liste de verilmektedir. Dünyanın hemen her ülkesinden Kürt Şahsiyetlerinin isimleri yer alıyor bu listede. Listenin giriş bölümünde Avrupa’dan da isimler vardır ve bunlardan biri de benim ismimdir. Bu dava çerçevesinde uç yıla yakındır tutuklu bulunan ve IHD Diyarbakır Şübesi Başkanı Muharrem Erbey’in tutuklanmasına gerekçe olarak gösterilen hususlardan bir tanesi de Muharrem’in Bruksel’de benimle görüşmüş olmasıdır. Sözkonusu iddianamede bana atfen suç unsuru olarak gösterilen faaliyetler, Kürdistan Ulusal Kongresi adına yaptığım diplomatik çalışmalardır. KNK’yi tanıyanlar bilirler ki o bir Ulusal Kurumdur ve Kürdistan’ın her parçasından temsilciler üyesidir. Diyarbakır’da süren KCK davasına bakan savcıların mantığına göre bakılırsa o zaman KNK’ye üye olanların tümü KCK’li sayılmalıdır. Oysa gerçek hiç de öyle değildir.
Gelelim KCK Oparasyonlarının mantığına: Her ne kadar bu operasyonlara KCK kılıfı uyduruluyor olsa da vicdanı olan yargıçlar biliyorlar ki günün birinde verdikleri bu kararlardan dolayı yüzleri kızaracaktır. Tamamen siyasi amaçlı olan bu operasyonlar ve süren yargılamalar elbette AKP hükümetinin bilgisi ve onayı dışında yapılmamaktadır. Ancak AKP’nin de bu noktada kafası karışık olup,  dizgine tam hakim olmadığını düşünüyorum. Zira gelinen aşamada KCK davası artık AKP’nin sırtına ciddi bir yük olarak bindirilecektir. AKP kurmayları şimdiden buna karşı taktik tedbirler geliştirip kamburu polise ve yargıya bindirmeye çalışıyor olsalar da bu AKP’nin sorumluluğunu ortadan kaldıramaz.
KCK davasından tutuklu bulunanların çoğu bırakılmak zorundadır. Davaya bakan savcılar ne kadar da vicdansız olsalar çoğu hakında suç unsuru teşkil edebilecek faaliyetleri uydurmaları mümkün değildir. Yıllardır binlerce kişinin tutuklu olarak cezaevlerinde bulunmalarının bir nedeni de budur.
Ne olacak ? Sürekli « demokratikleşmeden » söz eden AKP yetkilileri iç ve dış kamuoyuna karşı nasıl bir savunma mekanizmasını geliştireceklerini merak ediyorum. Şimdiye kadar uluslararası alanda çok ciddi bir itiraz sesi çıkmadı, fakat bu sesizliğin devam edeceği anlamına gelmez. Takip ettiğim kadarıyla AB kurumlarında, (AP, Komisyon vbg.) KCK davası yavaş yavaş gündeme getirilmektedir. PKK’ye karşı Türkiye’yi destekler vaziyette olan AB Kurumları giderek KCK davası konusunda farklı davranmaya başlıyorlar. Önümüzdeki süreçte AB-Türkiye Müzakere Sürecinde de bu konu gündeme getirilebilir.
Bu operasyonlarla Kürt Siyasetine darbe vurumayı amaçlayan AKP karşısında daha direngen bir Kürt Siyasetini buluyor. Bir çok alanda kendi çıkarlarını koruma noktasında AKP « iyi » bir siyaset yürütürken, (Dersim Katliamı ile ilgili CHP’yi köşeye sıkıştarmaya çalıştığı gibi) KCK Operasyonları ve BDP’yi tasfiye etme noktasındaki çabalarında taşı kendi ayağına vurmaktadır. Dava ne kadar uzun sürerse ve tutuklu olanlar ne kadar uzun süre cezaevinde tutulurlarsa Kürt ve Uluslararası kamuoyunda gelişen tepkiler de o kadar sertleşerek AKP’ye yönelecektir.
Çığırından çıkartılan KCK Davası giderek Kürt Sorununun çözümünü de kendine bağlamaktadır. KCK Davasına bir çözüm bulunmadan ne Kürt Sorunu çözülebilir ne de Türkiye’de doğru bir demokratikleşme süreci gelişir. Başka bir orta yolun bulunması mümkün görünmemektedir.
Ahmet DERE  /  02.12.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder