28 Kasım 2009 Cumartesi

AB-Türkiye Sürecinde Samimiyet Sorunu


Avrupa Birliği ile Türkiye arasında yürütülen müzakere süreci dördüncü yılını geride bırakmış beşinci yılına girmiştir. Geçen süreç zarfında sürdürülen müzakerelerde sürekli zikzaklı bir güzerhag takip edilmiş, taraflar birbirine karşı samimi davranmamışlardır.

Türkiye’nin AB’ye girmesi sıradan bir durum olmayıp, 72 milyon vatandaşın kaderini birebir etkilerken aynı zamanda 250 milyonluk AB’yi de yakından ilgilendirmektedir. Dört yıllık bir müzakere sürecinden sonra öyle bir noktaya varılmışki, Türkiye’nin AB’ye tam üye olması da, olmaması veya özel bir statüye sahip olması da beraberinde ciddi sorunlar yaratacaktır. Bu gerçekliğin degişmesi kolay olmamakla birlikte, ciddi ve samimi çabaların verilmesi sonucu mümkündür. Işte bu noktada sorunlar var ve giderek süreç karmaşık bir hal almaktadır.

Dördüncü yılını geride bırakan müzakere süreci pek dikkate alınabilecek bir gelişme kaydetmediği aşikardır. Eğer Türkiye’de yaşanan tüm gelişmeler AB Sürecine bağlı olarak ortaya çıktığı iddia edilse o zaman « olumlu » sayılabilecek bir not düşülebilir.

Ne varki yaşanan gelişmeler konusunda her iki tarafta da ciddi bir ikiyüzlülük ve samimiyetsizlik hakimdir. Yeri geldiğinde, özellikle seçim yatırımı ve mühalefete karşı savunma amaçlı olarak AKP yetkilileri sık sık farklı demeçler verdiklerini görmekteyiz. Yani Türkiye’de yaşanan gelişmelerin doğal ve yaşanan her olumlu gelişmenin temel nedeni Türkiye’nin ihtiyacı doğrultusunda olduğu, söz konusu gelişmelerin AB ile hiç alakalı olmadığı söylenmektedir.

AB çevrelerinde de benzer bir yaklaşımın egemen olduğunu görüyoruz. Türkiye’nin adaylık konusu gündeme geldiğinde, özellikle Almanya ve Fransa gibi AB’nin güçlü ülkeleri tarafından sürekli negatif bir izlenim verilmektedir. Türkiye’nin attığı adımların müzakere sürecine bağlı olmadığını, Kopenhag kriterleri konusunda henüz çok geride olduğunu onlar da söylemektedirler. Son bir yıldır Almanya ve Fransa’nın bu negatif yaklaşımı diğer ülkeler üzerinde de etki kurduğunu gözlemlemekteyiz. Avrupa Parlamentosunun bu yıl yapılan seçimlerinde Hiristiyan Demokratların daha güçlü çıkması Türkiye konusunda bu iki ülkenin elini daha da güçlendirmiştir.

Geçen hafta Avrupa Parlamentosunda AB Genişleme Stratejisi tartışılırken Türkiye ile ilgili konuşulanlar yukarıdaki tabloyu birebir doğruladığını söyliyebilirim. Daha önceki yıllarda da aynı müesesenin Türkiye ile ilgili tartışmalarını takip etmiş biri olarak, bu yıl ifade edilenlerin çok negatif olduğuna bizzat tanık oldum. Ne varki türk basınında bu konuda oldukça yanıltıcı haberler yer almıştır. Dilendirilen bir yığın negatif sözlerin arasında « iyi » denilecek birkaç sözü cımbızlıyarak türk kamuoyunu manipule etmekle hiçbir yere varılamaz.

Ne yazıkki Kürt sorunu noktasında da aynı samimiyetsizlik ve ikiyüzlülük egemendir. Türkiye’nin AB’ye girmesinden yana olmayan malum güçler aynı zamanda bu ülkenin istikrarını da istememektedirler. Önümüzdeki günlerde Türkiye ile ilgili hazırlanacak olan AP yıllık raporunda, Kürt sorunu ile ilgili dile getirilecek olanların sadece birkaç formatif sözden ibaret olacağını şimdiden anlamak mümkündür.

Türkiye’nin AB’ye tam üye olmasına karşı olmayan bendeniz şu gerçekliğin altını özellikle çizmek istiyorum ; ne Türklerin ne de Kürtlerin AB’li yetkililerinin mevcut yaklaşımlarına güvenme lüksüne sahip değiller, olmamalıdırlar.

Ahmet DERE  /  28.11.2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder