25 Kasım 2009 Çarşamba

Barışa Yolculuk

Barış kutsal bir kavramdır, insani değerlerden azıcık nasibini almış kişi veya kişiler bu kavramın pratikte gerçekleşmesine karşı çıkmaz, çıkmamalıdır. Insanlık tarihinde yaşanan büyük savaşlar kadar önemli barış adımları da gerçekleşmiştir. Savaşı geliştiren her güç barışı da yapabilecek anlamına gelmez, ancak önemli barışları yapabilecek güçler savaşı da geliştirebilmiş olanlarıdır. Tarih bize bunun bir gerçek olduğunu çok güzel bir şekilde göstermiştir.


Tarih derslerinde, özellikle Avrupa okullarında, 30 yıl savaşları diye bir süreç anlatılıyor. 1618 ila 1648 yılları arasında yaşanan savaşlarda Avrupa’daki halklar birbirini boğazlamışlardır. Bu savaşların temelinde Katolik ve Protestan kiliselerinin iktidar mücadelesi olsa da, esas neden siyasal ve dönemin Avrupa devletleri arasında kıtayı paylaşma gerçekliğidir. Savaşların sonuç vermiyeceği anlaşılınca, 1648 yılında Festfalya Antlaşması yapılarak söz konusu kitada önemli bir tarihi döneme yol açılmıştır. Daha sonraki süreçlerde de Avrupa’da değişik düzeylerde savaşlar yaşanmış, ancak hiçbir savaş esas amacına ulaşamamış, sonuçta sağduyu ve barışçıl adımlar üstün gelebilmiştir. Eğer bugün Avrupa Birliği birçok konuda örnek alınabiliyorsa ve giderek halkların Konfederasyonuna doğru gidiyorsa, geçmişten dersler çıkarılarak atılan barışçıl adımların sayesindedir. Insanlık tarihinin bize gösterdiği gerçek ; yücelik mertebesine ulaşan güçler barışın tarafında yer almış olanlarıdır.

Avrupa kıtasına nazaran Ortadoğu bölgesi daha fazla sayıda savaşlara ev sahipliği yapmıştır. Ne varki bu bölgede halen kutsal barış süreci başlamamıştır. Bunun nedenleri çok açıktır, başka kıtalarda barış güvercini olanlar bu bölgede elinde kılıçla dolaşmaktadırlar. Ancak bu da bir gerçektir ki nerede olursa olsun, esas barış ancak bölge halkları tarafından sağlanabilir. Dış güçlerin rolü etkileyici olsa da temel belirleyici güç bölge halkıdır. Bu nedenle Barışa Yolculuk yapması gereken halk Kürt, Türk, Arap, Fars ve bölgenin diğer halklarıdır.

Kürtler sömürülen bir halk olmasına rağmen barışa doğru yolculukta en fazla fedakarlığı da yapabilmiştir. Savaşın en yoğun yaşandığı 1990’lı yıllarda da bu fedakarca adımların atıldığını, ateşkesin ilan edildiğini biliyoruz. Sayın Abdullah Öcalan’ın Imralı’ya getirildiği süreçte intikam duygularının kabarmasına önemli bir zemin olduğu bir dönemde bile yine Kürt Hareketi tarafından barışçıl kararlar alınmış, gerilla güçleri sınır dışına çıkarılmıştır. Ne var ki Kürtlerin her olumlu adımı Türkiye’deki kimi güçler tarafından sürekli olarak suistimal edilerek, esas olması gereken barışın sağlanması engelenmiştir.

2009 yılının ilk çeyreğiyle beraber, hem Türkiye açısından hem de Kürtler açısından yeni ve sağduyunun biraz hakim olduğu bir sürece girdik. Işte bu noktada karanlık güçler de boş durmayıp, tüm imkanlarını seferber ederek süreci sabote etmeye kalktığını görüyoruz. Özellikle 19 Ekim’de, Mahmur ve Qandil’den gelen Barış Gruplarından sonra söz konusu karanlık odaklar tüm güçleriyle devreye girmişlerdir.

Yeni başlayan sürecin geçmiş dönemlere benzemediğini, benzeyemiyeceğini burada belirtmek istiyorum. Ne pahasına olursa bu süreç devam edecektir. Ve hiç kimse burada galibi veya mağlubu aramamalıdır. Eğer Kürtler Bağımsız bir Kürdistan kurma sloganıyla dağlardan inmiş olsalardı, veya Türk devleti Kürtlere « Siz Kürt değilsiniz, ilahi kendinizi Türk olarak göreceksiniz » demiş olsaydı o zaman galip ve mağlup olacak idi. Ama her ikisi de söz konusu olmadığı, olamayacağı için ortada olsa olsa her iki taraf açısından da « uygun » sayılabilecek bir Barış olacaktır. Dolayısıyla herkesin bu noktada üzerine düşeni yapması gerekmektedir.

Ahmet DERE / 30.10.20098

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder