25 Kasım 2009 Çarşamba

Sancılı bir Süreçten Geçiyoruz

Türkiye ciddi bir dönemi yaşamaktadır. Cumhuriyet tarihinde ilk defadır bu şekilde, kerhen de olsa, « demokratik » bazı tartışma ortamlarına karşı tahamul edilmektedir. Ben şahsen yaşanan bu düzeyi önemsiyorum.


Sadece Türkiye değil, biz Kürtler açısından da çok önemli bir süreç yaşanmaktadır. Tüm boyutlarıyla sürece baktığımızda herkes açısından aynı zamanda sancılı bir süreç anlamına da gelmektedir. Dolayısıyla tüm tarafların sürece ciddi yaklaşmaları gerektiği gibi, olmazsa olmaz kabilinde bir zorunluluktur. Bunu görmeyen ve ona göre bir duruş sahibi olmayan taraf kaybeden taraf olacağını, aklı selim olan herkes bilmektedir.

Bazı çevrelerin analizlerine göre bu süreç daha çok AKP’nin cesareti sonucu başlanmıştır. Türkiye gerçekliğini bilenler bu analizlere katılacaklarını tahmin etmiyorum. Varolan düzey AKP’nin cesareti veya demokratikliğiyle alakalı değildir. Yaşanan durum olması kaçınılmaz olan bir gerçekliğin kendisi olup, Kürt halkının mücadelesi sonucudur.

Son bir haftadir Türkiye’de yaşanan sel felaketine rağmen, ister adına Kürt Açılımı, isterse de Demokratik Açılım densin, pozitif ve negatif yönleri içiçe olan tartışmalarda ciddi bir aksama görülmemektedir. Öyle zanediyorum saflar giderek netleşmeye doğru evrilmektedir. Gerek devlet ve hükümet katında olsun gerekse de siyasi partiler ve sivil toplum kurumları tarafından sorunun çözümüne yönelik görüşler daha iyi anlaşılır hale gelmektedir. Ortaya çıkan tablo biz Kürtler açısından oldukça dikkate alınması ve ona göre de sağlıklı duruş sahibi olmamızı gerektirdiğini tekrar bellirtmek istiyorum.

Herşeyden önce Türk devleti, hükümeti ve diğer kurumlarıyla beraber, Kürt Sorunu’nun varlığını, istemiyerek de olsa, idrak etme noktasına gelmiş bulunmaktadır. Her ne kadar generaller halen de « bir terörist kalana kadar savaşımız devam edecek » diyerek bazı çevrelere sunni moral veriyor olsalar da, kendileri de buna inanmamaktadırlar. Bu sözleri Devlet Bahçeli söylemiş olsaydı-ki elinde gelse değil bir gerillayı, bir Kürt kalana kadar rahat durmayacağına dair and içmektedir- ben farklı değerlendirebilirdim. Zira Devlet Bahçeli gerilla ile nasıl mücadele edildiğini, 25 yıldır ordunun ne gibi kabusları yaşadığını bilmemektedir. Ama bir general farklıdır, ordunun neyi yaşadığını çok iyi bilendir. Bu nedenle O ifade ettiği sözlerine inanarak konuştuğunu düşünmüyorüm. Yıllardan beridir dışarıdan takip ettiğim Türk ordusu, mevcut durumda çok zor bir süreci yaşamaktadır. Darbeci geleneği olan bu ordunun vesayetten vazgeçmesi, Avrupa’da gördüğümüz ordular gibi, sadece kışlada görevini icra etme noktasına gelmesi kolay kolay idrak edilecek birşey değildir. Ancak onun durduğu nokta -ki çok sancılı bir durumdadır- yani Kürt Sorunu’nun silahla çözülemiyeceğini anlamış olması ve bunu açık bir dille ifade etmiş olması da kendi başına bir gelişme olarak görülmelidir.

MHP ve CHP’ye nazaran AKP ve ordu çözüme daha yakın bir yerde durmaktadırlar. Orduya nazaran da AKP’nin biraz daha fazla çözüme yakın duruyor olmasını da bellirterek bunun doğal olduğu da bilinmektedir. Fakat öyle zanedildiği bigi Kürt Sorunu’nu çözme, Türkiye’yi demokratikleştirme noktasında AKP’nin çok ciddi bir iradeye sahip olduğunu düşünmüyorüm. Devlete rağmen Erdoğan ve Abdullah Gül’ün demokratikleşme noktasında o kadar da cesaretli olmadıklarını biliyorum.

Süreçten umutluyum, çünkü, başta Kürtler olmak üzere, Türkiye’de verilen mücadele olumlu gelişmelerin yaşanmasını zorunlu hale getirmiştir. Bu sürecin olumlu yönde evrilmesini istiyen herkesin gelinen noktada payı vardır. Payı olmayanlar ise, geçmişte olduğu gibi bugün de elinden geleni yapıp engel teşkil etmektedirler.

Bu önemli süreçte DTP’ye karşı yapılan operasyonlar sıradan bir plan olmayıp oldukça örgütlü olduğunu bilmekte fayda vardır. Atılması kaçınılmaz hale gelmiş olan ‘demokratikleşme adımları’nın muhatapsız kılınması için devlet ve AKP ikilisi elinden geleni yapmaktadır. Kriminalize edilmiş olan bir DTP’nin meşru zeminlerde muhatap kabul edilmemesi için hem ulusal ve hemde uluslararası alanda zemin hazırlanmaktadır. Bu çerçeve de bakıldığında gerillaya karşı yürütülen operasyonların da devletin temel planı dışında olmamaktadır. Bu nedenle süreç hem önemli ve hem de sancılı ve aynı zamanda da tehlikelidir.

Uzun bir süreden beridir, gerek Kürt kamuoyu tarafından olsun gerekse de Türkiye’deki çoğu çevreler tarafından, açıklanması beklenen Abdullah Öcalan’ın yol haritası absurd nedenlerle dışarı verilmemektedir. Kaldıki bugün tartışılmakta olan « Demokratikleşme Süreci » Öcalan’ın olumlu yöndeki mesajlarından sonra başlamıştır. Fakat Türk devleti, sayın Öcalan şahsında Kürt halkını sürecin dışında tutmada ısrarlı davranmaktadır. Devletin bu yaklaşımı süreci daha fazla uzattığını, maalesef acıları da artırmaktadır. Son günlerde yaşanan çatışmalar bunu çok iyi göstermektedir.

Bu çirkin oyunlara Avrupa’nın da ortak yapılacağına dair işaretler vardır. Yaz tatilinden sonra tekrar çalışmalarına başlayan AB kurumlarının somut yaklaşımları yakında daha iyi açığa çıkacaktır. Bundan sonra AB kurumlarının iyi takip edilmesi gerekiyor.

Her ne kadar Kürt Sorunu Türkiye sınırları dahilinde makul bir çözüme kavuşması arzu edilse de, gerek ABD gerekse de AB’nin bu noktada etkileri inkar edilemez. Dolayısıyla Erdoğan’ın yakında Amerika’ya yapacağı gezi de bu konuda önem arzetmektedir.

Ahmet DERE / 14.09.2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder